BALARISI
MUCİZESİ
HARUN YAHYA
(ADNAN OKTAR)
YAZAR VE ESERLERİ
HAKKINDA
Harun Yahya müstear
ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve
lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde
öğrenim gördü. 1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda
pek çok eser hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin
sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı
ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri
bulunmaktadır.
Harun Yahya'nın eserleri
yaklaşık 40.000 resmin yer aldığı toplam 55.000 sayfalık bir külliyattır ve bu
külliyat 73 farklı dile çevrilmiştir.
Yazarın müstear ismi,
inkarcı düşünceye karşı mücadele eden iki peygamberin hatıralarına hürmeten,
isimlerini yad etmek için Harun ve
Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar tarafından kitapların kapağında Resulullah
(sav)'in mührünün kullanılmış olmasının sembolik anlamı ise, kitapların içeriği
ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son kitabı ve son sözü,
Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmasını remzetmektedir. Yazar da,
yayınladığı tüm çalışmalarında, Kuran'ı ve Resulullah (sav)'in sünnetini
kendine rehber edinmiştir. Bu suretle, inkarcı düşünce sistemlerinin tüm temel
iddialarını tek tek çürütmeyi ve dine karşı yöneltilen itirazları tam olarak
susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet
ve kemal sahibi olan Resulullah (sav)'in mührü, bu son sözü söyleme niyetinin
bir duası olarak kullanılmıştır.
Yazarın tüm
çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle
insanları Yüce Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular
üzerinde düşünmeye sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve
sapkın uygulamalarını gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'nın
eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan
Bosna Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan İtalya'ya, Fransa'dan
Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyanın daha pek çok ülkesinde beğeniyle
okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce,
Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca,
Bengoli, Sırpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullanılıyor), Hausa
(Afrika'da yaygın olarak kullanılıyor), Dhivehi (Maldivlerde kullanılıyor),
Danimarkaca ve İsveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurtdışında geniş
bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir.
Dünyanın dört bir
yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine,
pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan,
inceleyen her kişi, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve samimi
üslubun, akılcı ve ilmi yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki
etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri
taşımaktadır. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düşünen insanların,
artık materyalist felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve felsefelerin
hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan sonra
savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri
dayanakları çürütülmüştür. Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya
Külliyatı karşısında fikren mağlup olmuşlardır.
Kuşkusuz bu özellikler,
Kuran'ın hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır. Yazarın kendisi
bu eserlerden dolayı bir övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine
vesile olmaya niyet etmiştir. Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında
herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde
bulundurulduğunda, insanların görmediklerini görmelerini sağlayan, hidayetlerine
vesile olan bu eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli bir hizmet
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu değerli eserleri
tanıtmak yerine, insanların zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa meydana
getiren, kuşku ve tereddütleri dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve keskin bir
etkisi olmadığı genel tecrübe ile sabit olan kitapları yaymak ise, emek ve
zaman kaybına neden olacaktır. İmanı kurtarma amacından ziyade, yazarının edebi
gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyeceği açıktır. Bu
konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun Yahya'nın eserlerinin tek amacının
dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak olduğunu, bu hizmetteki etki,
başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü okuyucuların genel kanaatinden
anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya
üzerindeki zulüm ve karmaşaların, Müslümanların çektikleri eziyetlerin temel
sebebi dinsizliğin fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise,
dinsizliğin fikren mağlup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran
ahlakının, insanların kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır.
Dünyanın günden güne daha fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve
kargaşa ortamı dikkate alındığında bu hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili
bir biçimde yapılması gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.
Bu önemli hizmette öncü
rolü üstlenmiş olan Harun Yahya Külliyatı, Allah'ın izniyle, 21. yüzyılda dünya
insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete,
güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.
OKUYUCUYA
Bu
kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim teorisinin çöküşüne özel bir yer
ayrılmasının nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtarı felsefenin temelini
oluşturmasıdır. Yaratılışı ve dolayısıyla Allah'ın varlığını inkar eden
Darwinizm, 150 yıldır pek çok insanın imanını kaybetmesine ya da kuşkuya
düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu teorinin bir aldatmaca olduğunu gözler
önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm
insanlarımıza ulaştırılabilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucularımız belki tek
bir kitabımızı okuma imkanı bulabilir. Bu nedenle her kitabımızda bu konuya
özet de olsa bir bölüm ayrılması uygun görülmüştür.
Belirtilmesi
gereken bir diğer husus, bu kitapların içeriği ile ilgilidir. Yazarın tüm
kitaplarında imani konular Kuran ayetleri doğrultusunda anlatılmakta, insanlar
Allah'ın ayetlerini öğrenmeye ve yaşamaya davet edilmektedirler. Allah'ın
ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyanın aklında hiçbir şüphe veya soru
işareti bırakmayacak şekilde açıklanmaktadır.
Bu
anlatım sırasında kullanılan samimi, sade ve akıcı üslup ise kitapların yediden
yetmişe herkes tarafından rahatça anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu etkili ve
yalın anlatım sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar"
deyimine tam olarak uymaktadır. Dini reddetme konusunda kesin bir tavır
sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlatılan gerçeklerden etkilenmekte ve
anlatılanların doğruluğunu inkar edememektedirler.
Bu
kitap ve yazarın diğer eserleri, okuyucular tarafından bizzat okunabileceği gibi,
karşılıklı bir sohbet ortamı şeklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade
etmek isteyen bir grup okuyucunun kitapları birarada okumaları, konuyla ilgili
kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmaları açısından yararlı
olacaktır.
Bunun
yanında, sadece Allah rızası için yazılmış olan bu kitapların tanınmasına ve
okunmasına katkıda bulunmak da büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü yazarın tüm
kitaplarında ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini
anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitapların diğer insanlar
tarafından da okunmasının teşvik edilmesidir.
Kitapların
arkasına yazarın diğer eserlerinin tanıtımlarının eklenmesinin ise önemli
sebepleri vardır. Bu sayede kitabı eline alan kişi, yukarıda söz ettiğimiz özellikleri
taşıyan ve okumaktan hoşlandığını umduğumuz bu kitapla aynı vasıflara sahip
daha birçok eser olduğunu görecektir. İmani ve siyasi konularda
yararlanabileceği zengin bir kaynak birikiminin bulunduğuna şahit olacaktır.
Bu
eserlerde, diğer bazı eserlerde görülen, yazarın şahsi kanaatlerine, şüpheli
kaynaklara dayalı izahlara, mukaddesata karşı gereken adaba ve saygıya dikkat
etmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, şüpheci ve ye'se sürükleyen
anlatımlara rastlayamazsınız.
Bu
kitapta kullanılan ayetler, Ali Bulaç'ın hazırladığı
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
1.
Baskı: Ocak 2000 / 2. Baskı: Mart 2006 / 3. Baskı: Mart 2007 / 4. Baskı: Şubat
2015
ARAŞTIRMA
YAYINCILIK
Kayışdağı
Mah. Değirmen sokak No: 3
Ataşehir
- İstanbul / Tel: (0216) 660 00 59
Baskı:
Doğa Basım İleri Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
İkitelli
Org. Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Cad.
Çelik
Yenal Endüstri Merkezi No 117/ 2A-2B
İkitelli
- İstanbul / Tel: (0212) 407 09 00
www.harunyahya.org - www.harunyahya.net
www.harunyahya.tv - www.a9.com.tr
www.harunyahya.tv - www.a9.com.tr
İÇİNDEKİLER
Giriş: Arıların Hayatı................................................................... 8
Arı Kovanında Hayat................................................................. 12
Arıların Haberleşme Yöntemleri............................................... 84
Koloninin Bölünmesi: "Oğul Verme"..................................... 112
Arıdaki Kusursuz Vücut Tasarımı........................................... 126
Bir Mühendislik Harikası: Petek............................................. 132
Bal Mucizesi............................................................................ 160
Sonuç: Yaratılış Gerçeği.......................................................... 168
Evrim Yanılgısı....................................................................... 172
GİRİŞ: ARILARIN HAYATI
...Onlarda kendileri için daha nice yararlar
ve içecekler vardır.
Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 73)
Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 73)
İç savaşlar, toplu
katliamlar, gözünü kırpmadan adam öldüren insanlar, sokaklarda yatan çocuklar,
evi barkı olmadığı için soğuktan donan insanlar, çocuk yaşta cinayet
işleyenler, aile içinde yaşanan problemler, gençlik çeteleri, yolsuzluklar,…
Günlük yaşamın bir
parçası haline gelen bu gibi toplumsal sorunlar düşünüldüğünde hepsinin
temelinde ortak bir eksikliğin olduğu görülecektir. Bütün bu sorunların ortaya
çıkmasına neden olan adaletsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, merhametsizlik
gibi kötü ahlak özelliklerinin temelinde yatan da yine bu eksikliktir.
Bu önemli eksiklik
insanların düşünmemeleri ve dolayısıyla gerçekleri görememeleridir. Bu gibi
kişiler için ön planda olan kendi çıkarları, kendi yaşamlarıdır. Çevrelerinde
yaşananlar onları ilgilendirmez. Ara sıra düşündükleri sınırlı konular da yine
kendileri ile ilgilidir. Bu nedenle kendi doğru ve yanlışlarının sınırları
içinde bir yaşam sürerler. Günlük yaşamın akışı içinde yaptıklarını yeterli
gören bu kişiler dünyada bulunuş amaçları gibi hayati önemdeki konuları
akıllarına bile getirmezler.
Çevrelerindeki
canlıların özelliklerini, nasıl olup da böyle kusursuz bir çeşitliliğin ortaya
çıktığını, kendi vücutlarını, gökyüzündeki dengeleri kısacası hiçbir şeyi
düşünmezler. Dolayısıyla da bunların Allah tarafından "tasarlanmış",
yani "yaratılmış" olduğunu fark edemezler. Tüm evrenin Yaratıcısı
olan üstün güç sahibi Allah'ı gereği gibi takdir edemezler. Neden yaratılmış
olduklarının ve Allah'a karşı sorumlu olduklarının bilincine varmazlar. Oysa
Kuran'da düşünmenin önemini, ancak düşünen kimselerin öğüt alacağını vurgulayan
pek çok ayet vardır. Ayetlerde düşünen ve bunun sonucunda Allah'ın kudretinin
farkına varan kişilerden şöyle bahsedilir:
Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için
gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı
zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler
ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin
azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
İşte Balarısı
Mucizesi kitabının amacı da Allah'ın yaratmasındaki mucizelerden birini
daha tanıtarak bu düşünce tembelliğini kırmaktır. Bununla birlikte balarısının
kitap konusu olarak seçilmesinin de çok önemli bir nedeni vardır. Balarıları
Kuran'da Allah'ın dikkat çektiği canlılardandır. Allah Nahl Suresi'nde arıların
Kendi vahyi ile hareket eden canlılar olduklarını şöyle bildirmektedir:
Rabbin balarısına vahyetti:
Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra
meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda
yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda
insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten
bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Görüldüğü gibi ayetlerde
kendine ev edinen, meyvelerden yiyen ve bal üreten arılara dikkat
çekilmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi kovandaki
arılarla ilgili benzer işlerin tümü işçi arılar tarafından yapılmaktadır. Bir
arı kovanında işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Kovandaki hemen
hemen her türlü işle görevli olan işçi arılardır. Bununla birlikte kraliçe
arının, kovanın devamlılığını sağlamak gibi son derece önemli bir görevi vadır.
Erkek arılarınsa kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kısa
yaşam süreleri içinde bu görevlerini yerine getirirler ve hemen arkasından
ölürler.
Arıların özelliklerinin
detaylı olarak inceleneceği bu kitapta ayrıca arıların aralarında nasıl
anlaştıkları, kovandaki on binlerce arının nasıl olup da problemsiz bir şekilde
yaşadıkları, yönlerini nasıl buldukları, nasıl bal ürettikleri gibi daha birçok
konu ayetlerle birlikte ele alınacaktır. Evrim teorisinin iddia ettiği gibi ne
doğada ne de arıların hayatında başıboş ve tesadüfi bir "yaşam
mücadelesi" olmadığını da ilerleyen bölümlerde bir kere daha göreceğiz.
AKILLI TASARIM YANİ
YARATILIŞ
Allah'ın yaratmak için
tasarım yapmaya ihtiyacı yoktur
Kitap boyunca yer yer
kullanılan 'tasarım' ifadesinin doğru anlaşılması önemlidir. Allah'ın kusursuz
bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz’in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı
anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’ın
yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması
ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir.
Allah'ın, bir şeyin ya
da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol!"
demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman,
O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin
Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek
edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca
"OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
ARI KOVANINDA HAYAT
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı
canlılarda kesin
bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
Yirmi bin türden oluşan
birkaç familyaya sahip olan arılar, hayvanlar dünyasındaki en çarpıcı
mühendislik ve mimarlık bilgisine sahip, sosyal hayatları ile diğer pek çok
canlıdan ayrılan, aralarındaki iletişim ile kendilerini inceleyen bilim
adamlarını hayretler içinde bırakan canlılardır.
Bu kitabın konusu olan
balarıları ise diğer arılardan farklı özelliklere sahiptir. Koloniler halinde
ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir
arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur.
Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar
dişidir.
Arı kolonilerinin her
birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha
büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla
olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe,
yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini
sağlayan önemli maddeler de salgılar.
Erkekler ise, dişilerden
iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek
organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek
toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla
gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.
Arı kovanındaki hayatın
her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel
ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu
düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında
ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri
özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
ARILARIN YAVRULARINA
GÖSTERDİKLERİ ÖZEN
Bazı canlı türlerinde
yavruların bakımı diğerlerine göre daha fazla özen gerektirir. Özellikle
yumurta, larva, pupa gibi değişik evrelerden geçerek erişkin hale gelen canlılarda,
her evrede farklı yönde bir bakım uygulanır.
Arılar da farklı büyüme
evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini
tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile
başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir
bakım uygulanır.
Arı kovanlarındaki
yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle
kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir
bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen
kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her
peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.
Yumurtaların gelişimi
için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların
ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının
sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak
ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir
bakım uygularlar.
İşçi Arıların Larvalara
Uyguladıkları Titiz Kontrol
Kraliçe arının büyük bir
hassasiyetle hücrelere yerleştirdiği arı yumurtaları yaklaşık 3 gün içinde
gelişirler. Bu sürenin sonunda hücrelerden beyaz kurt şeklindeki arı larvaları
çıkar.1 Yumurtadan çıkan bu canlıların
gözleri, kanatları ve bacakları yoktur. Dış görünüş olarak balarısına hiç
benzemezler.
İşçi arılar bu yeni
doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki
tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar
tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir.2 Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç
günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli
beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki
düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına
kadar ulaşırlar.3
Kovanda bulunan binlerce
larvaya karşılık bir o kadar da dadı işçi arı vardır. Sürekli hareket halinde
olan bu dadı arılar yumurtaları ve larvaları kolaylıkla kontrol altında
tutarlar. Kovanda binlerce arı larvası olmasına ve bu larvaların beslenme
şekillerinin günlere göre değişiklik göstermesine rağmen hiç karışıklık çıkmaz.
Larvaların hangisinin kaç günlük olduğu, hangisinin ne ile besleneceği gibi detaylar
işçi arılar tarafından hiç atlanmaz.
Bu son derece
şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde
bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru
arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme
programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde
bir problem yaşamazlar.
Arı kovanındaki özel
hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde
şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar
larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile
tamamen kapatırlar.4 Bu
sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına
koza örerek kendini buraya adeta hapseder.5
Arı larvaları bu şekilde
pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce
dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının
kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin
özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer
bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli
bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma
yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların
mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozanın örülmesinde
kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından
oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein
olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), alanin (%21),
lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)
2-Jelatin yapısında yine
bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (%
46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)
3-Diğer proteinler %
24.43
4-Mum % 1.39
5-Yağ ve reçine % 0.10
6-Renk maddesi % 0.05 6
Arı larvalarının koza
ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır
bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle
sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her
zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar.
Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir.
Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü,
kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş,
nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar
verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu
formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi
başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
Elbette ki koza örmede
kullanılan ipeğin oluşmasını; hareket bile etmeyen, bakımı başka canlılar
tarafından sağlanan, göremeyen, duyamayan, sadece çok basit yaşamsal
fonksiyonlara sahip olan larvanın kendisi sağlamış olamaz. Böyle bir şeyin
iddia edilmesi elbette ki bilimsellikten ve akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır.
Çünkü bu iddia arı larvasının kimyasal madde oluşturabilecek bilgilere sahip
olduğu, matematiksel hesaplar yapabildiği gibi çıkarımların kabul edilmesi
demektir. Bu ise bilimsel olmaktan çok hayali bir iddia olacaktır.
Yalnız burada
vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur
sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi
vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu
değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen
bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak
sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve
bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia
etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza
üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını
verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım.
Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin
belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan
maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas
yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken
kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan
başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin
oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi
gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı
olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar
beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla
değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca
beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan
atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza
örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya
çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını
iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir
arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok
mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün
mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir
eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı
neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların
evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya
çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır. Bu da
arıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını bize gösterir. Bu Yaratıcı
tüm evrene hükmeden, üstün bir aklın sahibi olan Allah'tır.
Arıların ne gibi
özelliklere sahip olmaları gerektiğini belirleyen ve bunların tümünü eksiksiz
bir şekilde onlarda var eden, larvaya nasıl koza öreceğini ilham eden, kısacası
arıların her hareketine hükmeden Allah'tır.
Pupa Dönemi
İşçi arıların üzerine
mumdan hafif kubbeli bir kapak örmeleriyle birlikte larva, pupa dönemine girer.
Arı pupası, bulunduğu hücrenin içinde 12 gün boyunca kalır.7 Bu süre içinde hücrede dıştan herhangi bir
değişiklik gözlenmez. Oysa hücrenin içindeki pupa sürekli büyüme halindedir.
Arı yumurtası kraliçe arı tarafından hücreye bırakıldıktan tam üç hafta sonra
hücrenin kapağı yırtılır ve içinden uçmaya hazır bir şekilde balarısı çıkar.
Bundan sonra pupanın dış yüzeyi ölü bir kabuk olarak hücrede kalır. Pupadan
çıkan balarısı yaklaşık 6 hafta sürecek ömrüne bu hücrenin içinde geçirdiği
gelişim evrelerinin sonucunda başlar.8 Balarısı hücreden ne larvaya ne de pupaya benzemeyen, bambaşka bir canlı
olarak çıkar. Balarısının, son aşamanın tamamlanması ile birlikte, yaşamını
devam ettirmek için ihtiyaç duyacağı sistemlerde hiçbir eksik olmadan pupadan
çıkması, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Arının herşeyi pupanın,
yani küçük kapalı bir mekanın içinde oluşmuştur. Örneğin uzun uçuşlarında
kullanacağı özel yapılı kanatları, yapacağı işlere uygun tasarlanmış gözleri,
düşmanlarına karşı kullandığı iğnesi, salgı bezleri, balmumu üretmesini
sağlayacak sistemi, üreme sistemi, polen toplamaya yarayan tüyleri kısacası
bütün vücut sistemleri eksiksiz olarak arının pupa evresini geçirdiği kozanın
içinde gelişir.
Larvanın pupa içinde
nasıl olup da bir arıya dönüştüğünü sorular sorarak inceleyelim. Arı
yumurtalarının pupa dönemindeki büyüme evreleri ilk olarak nasıl ortaya
çıkmıştır? Bu süreci belirleyen kimdir ya da nedir? Arının kendisi midir,
evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfler midir, yoksa hepsinin üstünde
başka bir güç müdür?
Bu soruların cevabı
aslında açıktır. Kozanın içindeki canlının dışarıda neye ihtiyaç duyacağını
bilerek kendinde gerekli değişimleri oluşturduğunu iddia etmek anlamsızdır.
Kendi kendine gelişen tesadüflerle bir canlıdaki göz, sindirim sistemi, enzim,
hormon gibi yapıların oluşması kesinlikle mümkün değildir. Pupanın içine dışarıdan
herhangi bir müdahalenin yapılması ise söz konusu bile değildir.
Pupa evresinde arının
her organının eksiksiz bir şekilde, tam gerektiği fonksiyonlarla tamamlanmasını
sağlayan ne tesadüfler ne de arının kendisidir. Böyle kusursuz bir oluşum ancak
üstün bir güç sahibi tarafından gerçekleştirilebilir ki, bu benzersiz gücün
sahibi, yaratmada hiçbir ortağı olmayan Allah'tır.
İŞ BÖLÜMÜ VE KOVAN DÜZENİ
Bir kovanda sayıları
10.000 ile 80.000 arasında değişen arı yaşar. Birarada yaşayan arı sayısının
fazlalığına rağmen aralarındaki kusursuz iş bölümü ve disiplin sayesinde,
kovandaki işlerde hiçbir aksama olmaz ve kovan içinde hiçbir kargaşa da
yaşanmaz.
Arılar arasındaki düzen
son derece dikkat çekicidir. Bu nedenle bilim adamları kovandaki düzenin nasıl sağlandığı,
iş bölümünün neye göre belirlendiği, bu kadar kalabalık bir topluluğun nasıl
olup da rahatlıkla birlikte hareket ettiği gibi sorulardan yola çıkarak arılar
üzerinde çok detaylı araştırmalar yapmışlardır. Elde ettikleri sonuçlar
araştırmacılar açısından son derece düşündürücü olmuştur. Özellikle canlıların
tesadüfen ortaya çıktığını iddia eden evrim savunucuları bu sonuçlar üzerine
teorilerinin içine düştüğü çelişkileri sorgulamak zorunda kalmışlardır.
Evrim teorisinin temel
iddialarından olan "yaşam mücadelesi" kavramı evrimciler tarafından
sorgulanan çelişkilerden sadece bir tanesidir. Evrimcilere göre doğadaki her
canlı kendi çıkarlarını korumak için savaşır. Ayrıca bu çarpık anlayışa göre
bir canlının, yavrularına bakma sebebi de neslini devam ettirme isteğinden,
yani içgüdüsünden başka bir şey değildir. Zaten evrimcilere göre
açıklayamadıkları tüm canlı davranışlarının sebebi "içgüdü"lerdir. Bu
içgüdülerin nasıl ortaya çıktığı sorusunun mantıklı bir cevabı ise evrimciler
tarafından verilememektedir.
Evrimciler içgüdünün
doğal seleksiyon denen evrim mekanizması ile kazanılmış bir özellik olduğunu
iddia ederler. Doğal seleksiyon, "bir canlı için faydalı olan her türlü
değişimin diğerlerinin arasından seçilerek o canlıda kalıcı hale gelmesi ve bu
şekilde bir sonraki nesle aktarılması" anlamına gelmektedir. Ancak dikkat
edilirse burada kastedilen seçimin yapılması için bir bilinç ve bir karar
mekanizması gerekmektedir. Yani bir canlının önce bir davranışta bulunması,
ardından bu davranışın kendisine uzun vadede çok ciddi yararlar sağlayacağını
tespit etmesi ve ardından da yine bilinçli bir kararla bu davranışı sürekli
hale getirerek "içgüdüleştirmesi" gerekmektedir. Ancak kuşkusuz böyle
bir karar mekanizması doğadaki canlılardan hiçbirine ait olamaz. Değil
kendileri için yarar getirecek olan bir davranışı seçip sürdürmeleri, onların
kendi içinde bulundukları durumdan dahi haberleri yoktur.
Örneğin bu içgüdü
konusunu bir önceki bölümde incelediğimiz koza örme örneği üzerinde düşünelim.
Söz ettiğimiz gibi, belirli bir vakit geldiğinde işçi arılar peteğin tepesini
kapatırken, larva da kendi etrafına kozasını örmektedir. Ve Afrika'da yaşayan
da, Avustralya'da hayatını sürdüren de olsa tüm balarıları, milyonlarca yıldır
aynı işlemi yerine getirmektedirler. Yani bu, tüm balarılarının sahip olduğu
bir içgüdüdür. Peki ama arı larvaları ve işçi arılar, larvalar için en uygun
gelişme ortamının kozanın içi olacağını nasıl tespit etmişlerdir? Bunları kendi
hesaplamaları ve seçimleri ile yapmaları mümkün müdür?
İşte bu noktada
evrimcilerin kendi içlerinde büyük bir çelişkiye düştükleri açığa çıkmaktadır.
Çünkü iddia ettikleri gibi bir seçimi ancak üstün bir güç sahibi yapabilir;
ancak bilinçli bir varlık bu canlılara tam ihtiyaçları olan özellikleri ve
içgüdüsel davranışları verebilir. Bunu kabul etmekse bir Yaratıcı'nın varlığını
kabul etmek demektir. Yani, doğadaki kusursuz tasarım Allah'a aittir ve
canlıların "içgüdü" olarak tanımlanan tüm davranış biçimleri Allah'ın
onlara ilhamıdır. Evrimciler de aslında bu gerçeğin farkındadırlar. Arı gibi
küçük ve bilinçsiz bir canlının bu olağanüstü yeteneklere kendi iradesiyle
sahip olamayacağını onlar da bilirler. Ama evrimciler Allah'ın üstün gücünü
gördükleri, kendi iddialarının imkansızlığının da farkına vardıkları halde
teorilerini savunmaktan vazgeçmezler.
Geçmişte de bu zihniyeti
taşıyan insanlar yaşamıştır. Hz. Musa döneminde, bu kutlu peygamberin
gösterdiği apaçık mucizeleri görmezlikten gelen ve Allah'ın apaçık varlığını
inkar etmekte direnen insanlar olmuştur. Allah bu insanların içinde
bulundukları durumu Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Vicdanları kabul ettiği
halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen,
bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)
EVRİMCİLERİN İTİRAFLARI
Bilim adamları, doğadaki
canlıları incelediklerinde bir değil, iki değil, yüzlerce, binlerce hatta
milyonlarca canlı türünün, birbirinden çok farklı yaratılış delilleri ile
karşılaşmışlardır. Ve bu yüzden de içgüdü iddialarının anlamsızlığını defalarca
itiraf etmek zorunda kalmışlardır.
Genetikçi Gordon
Taylor'ın aşağıdaki sözü evrimcilerin içinde bulundukları bu çıkmazı açıkça
ortaya koymaktadır:
İçgüdüsel bir davranış ilk
olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor
diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.9
Charles Darwin'in oğlu
Francis Darwin, The Life and Letters of
Charles Darwin isimli kitapta babasının bu konuda yaşadığı zorlukları şöyle
anlatmıştır:
Çalışmanın 3. Bölümü'nde
birinci kısım tamamlanıyor ve hayvanların alışkanlıkları ile içgüdülerindeki
varyasyonlardan söz ediyor... Bu konunun yazının başlangıç kısmına dahil
edilmesinin sebebi, içgüdülerle hareket eden doğal seleksiyon fikrini imkansız
olarak değerlendiren okuyucuların aceleyle tüm teoriyi reddetmemesini sağlamak.
Türlerin Kökeni'nde yer alan "İçgüdüler Bölümü" özellikle
teorinin en ciddi ve en açık zorluklarını içeren konu.10
Evrim teorisinin
içgüdüler karşısında içine düştüğü durum Charles Darwin tarafından çeşitli
şekillerde itiraf edilmiştir. Örneğin Darwin hayvanlardaki içgüdülerin
teorisini yıktığını Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle ifade etmektedir.
İçgüdülerin çoğu öylesine
şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter
güçte görülecektir.11
Yine Charles Darwin
başka bir ifadesinde içgüdülerin gelişemeyeceği hakkında şöyle söylemektedir:
Şu tahmin üzerimde ağır
basıyor. İçgüdüler, yapılar kadar hassas bir değişime uğramıyorlar. Kitabımda
da belirttiğim gibi, içgüdü veya yapının hangisinin ilk olarak sezilemeyecek
kadar küçük aşamalarla değiştiğini bilmek neredeyse imkansız.12
Teorinin kurucusu olan
Darwin canlılarda görülen karmaşık ve faydalı davranışların doğal seleksiyon
yoluyla kazanılmış olmasının imkansız olduğunu da çok defalar itiraf etmişti.
Ancak saçma olmasına rağmen bu iddiayı neden sürdürdüğünü de şöyle açıklamıştı:
Sonunda, yavru guguğun
üvey kardeşlerini yuvadan atması, karıncaların köleleştirmesi… gibi içgüdüleri,
özellikle bağışlanmış ya da yaratılmış içgüdüler olarak değil de, bütün organik
yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir yasanın, yani çoğalmanın,
değişmenin, en güçlülerin yaşamasının ve en zayıfların ölmesinin küçük
neticeleri olarak görmek, mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir, ama benim
hayalgücüm için çok daha doyurucudur.13
Evrim teorisinin
savunucuları, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmemek uğruna her türlü
yola başvurabilmektedirler. Nitekim teorinin kurucusu Charles Darwin,
yukarıdaki sözlerinde, içgüdülerin yaratılmış olduğunu kabul etmemenin mantıksız
olabileceğini, ama yine de hayalgücüne dayanarak inkarda diretmenin kendisi
için daha "doyurucu" olduğunu ifade etmiştir. Buradan çıkan sonuç,
yukarıda verdiğimiz ayette geçen, "vicdanen kabul ettiği halde inkar
etme" saplantısının açık bir örneğidir.
Charles Darwin'in örnek
olarak verdiği guguk kuşlarının ve köleci karıncaların ortak özellikleri;
amaçları doğrultusunda bir taktik belirlemek ve bu taktiğe uygun planlar
yaparak, bunları eksiksiz uygulamaktır. Başka bir canlıyı kandırmak için taktik
belirlemek, karşı tarafın zayıf noktalarını tespit ederek içten çökertecek
planlar yapmak gibi özellikler ancak akıl, planlama ve muhakeme yeteneği
sonucunda gerçekleşecek özelliklerdir. Oysa ne karıncalar ne de guguk kuşları
akla ve muhakeme yeteneğine sahip değildirler. Bu konularda bir eğitimden
geçmemişlerdir. Uyguladıkları taktikleri başkalarından da öğrenmemişlerdir. Bu
konuyla ilgili bir bilgi birikimine de sahip değildirler. Hiçbir şekilde
düşünme yeteneği olmayan bu canlılar sahip oldukları özelliklerle birlikte
Allah tarafından yaratılmışlardır. Allah'ın kendilerine ilhamı sayesinde akıl
ve muhakeme gerektiren bu gibi işleri yapabilmektedirler.
"İçgüdü"
İddiasına Balarılarından Bir Darbe
Evrimciler ne kadar
görmezlikten gelseler de doğadaki canlıların davranışları, onların iddialarını
yalanlamaktadır. Balarıları da yaşadıkları sosyal düzenle, sahip oldukları
bilinçli davranışlarla evrimci iddialara darbe vuran canlılardandır.
Arı kovanlarında asla
evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir "yaşam savaşı"na rastlanmamaktadır.
Tam tersine arılar arasında son derece fedakar ve işbirliği içinde davranışlar
vardır. Kovandaki genel düzen dikkate alınarak yapılacak bir karşılaştırma
arıların akıllı, fedakar ve disiplinli davranışlarının bu canlıların
kendilerinden kaynaklanmadığını, tesadüfen de oluşamayacağını anlamak için
yeterli olacaktır.
Sayı olarak bir
kovandaki arıların sayısı kadar insanın birarada, aynı mekanda yaşadığı ve bu
kişilerin her türlü ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladıkları düşünülecek
olursa, arıların yaptıkları işin ne kadar önemli olduğu daha iyi
anlaşılacaktır. Bir arı kovanındaki en alt limiti dikkate alarak, 20.000
kişinin birarada kapalı bir alanda yaşadığını varsayalım. Temizlik, beslenme,
güvenlik ve bunlara benzer daha pek çok konuda çok fazla problem çıkacaktır.
Tam anlamıyla bir düzen ancak kuvvetli bir organizasyonla yapılan işbölümünden
sonra sağlanacaktır.
Kısacası arıların
kurduğu düzeni insanların kurması oldukça zahmet gerektiren bir işlemdir. Oysa
bir arı, hücresinden ilk çıktığı andan itibaren bu düzeni nasıl sürdüreceğini,
düzendeki görevini, nerede, ne zaman, nasıl davranması gerektiğini bilir.
Üstelik bu canlıları yönlendiren, onlara neler yapmaları gerektiğini bildiren
başka arılar yoktur. Bu canlılar hiçbir eğitim de almazlar ama son derece
disiplinli bir şekilde görevlerini yerine getirirler. Çünkü arılar bu
özelliklerle birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır. Daha önce Nahl
Suresi'nde de gördüğümüz gibi Allah onlara yapacakları işi "ilham
etmiştir". Karanlık bir kovanda on binlercesi birarada yaşayan arıların
aralarındaki düzeni ve kusursuz disiplini sağlayan, sonsuz bir güç ve ilim
sahibi olan Allah'tır.
KOVANIN EN ÇALIŞKAN
ELEMANLARI: İŞÇİ ARILAR
Kovandaki işlerin
aksamamasında ve düzenin sağlanmasında en büyük etken işçi arılardır. Sayının
çokluğu nedeniyle arı kovanlarında yapılması gereken çok fazla iş vardır. Yavru
arıların bakımı, temizlik, beslenme, yiyecek toplama ve depolama, güvenlik gibi
pek çok işten işçi arılar sorumludur. Kraliçe gibi dişi olan işçi arılar
hücrelerinden çıkar çıkmaz, büyük bir hızla kovanın işlerine koyulurlar. İşçi
arıların görevlerinin detaylarına geçmeden önce, yaptıkları belli başlı işler
şöyle maddelendirilebilir:
1. Kovanın temizliği
2. Arı larvalarının ve
yavrularının bakımı
3. Kraliçe arı ve erkek
arıların beslenmesi
4. Bal yapılması
5. Peteklerin inşası ve
onarım işleri
6. Kovanın
havalandırılması
7. Kovanın güvenliği
8. Nektar (bal özü),
polen (çiçek tozu), su, reçine gibi malzemelerin toplanması ve depolanması
On binlerce arının
yaşadığı kovandaki düzen, her bireyin üzerine düşen görevleri tam olarak yerine
getirmesi ile sağlanmaktadır. Peki kovanda nasıl bir düzen vardır? Arılardaki
görev dağılımı nasıldır ve neye göre belirlenmektedir?
Bu soruların cevaplarını
araştıran Alman böcek bilimci Gustav Rosch yaptığı bir dizi deney sonucunda,
işçi arıların kovanda aldıkları görevlerin yaşlarıyla bağlantılı olduğunu
keşfetmiştir. Buna göre işçi arılar hayatlarının ilk 3 haftasında birbirinden
tamamen farklı görevler alırlar.14 Bu dönemler;
- Birinci dönem: 1. ve
2. gün
- İkinci dönem: 3-9.
günler
- Üçüncü dönem: 10-16.
günler
- Dördüncü dönem: 17-20.
günler
- Beşinci dönem: 21. gün
ve sonrası olarak gruplanabilir.
Gerçekte arıların
görevlerinin belirlenmesinde sadece yaş etken değildir. Her arının belli
sorumlulukları olmasına rağmen acil durumlarda arılar hemen görevlerinde
değişiklik yapabilirler. Bu, arı kovanı gibi kalabalık bir topluluk için son
derece önemli bir avantajdır. Eğer arılar arasındaki görev dağılımı katı
kurallara bağlı olsaydı, beklenmeyen bir olayla karşılaşıldığında koloni zor
durumda kalabilirdi. Örneğin kovana büyük bir saldırı olduğunda sadece gardiyan
arılar savaşa katılsalardı, diğerleri kendi işlerine devam etselerdi elbette ki
bu kovan açısından tehlikeli olurdu. Oysa böyle bir durumda koloninin büyük bir
bölümü savunmaya katılır ve öncelikle kovan güvenli hale getirilir.
Aslında arıların ani
görev değişimleri sağlık konusunda görev yapan bir kişinin, birdenbire mimarlık
ya da mühendislik yapar hale gelmesinden farklı değildir. Burada bir
karşılaştırma yapalım ve öncelikle insanlar için düşünelim. Değişik konularda
görev alabilen kişiler zeki olarak nitelendirilirler. Bir insan için normal
olan bu özellikler bir böcek için söz konusu olduğunda elbette durum değişmektedir.
Çünkü insanlar değişik alanlarda eğitim alarak ya da belli bir tecrübe
neticesinde bir bilgi birikimi ve deneyim kazanabilirler. Ama burada söz konusu
olan arılardır. Arıların yetenekleri ve bilgi birikimleridir. Bunun olağanüstü
bir durum olduğu açıktır. Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: Arılardaki bilgi
birikimi ve yeteneklerin açıklaması nedir? Onlara kim tarafından verilmiştir?
Arılardaki bu
yeteneklerin nedeni evrim teorisi savunucularına göre ya tesadüflerdir ya da
"tabiat ana"nın onlara bir hediyesidir. Evrimciler doğa ya da tabiat
ana olarak nitelendirdikleri gücün arıları usta birer mimar, usta birer bakıcı,
usta birer bal üreticisi haline getirdiğini iddia ederler. Oysa kuşların,
böceklerin, sürüngenlerin, ağaçların, taşların, çimenlerin, çiçeklerin
oluşturduğu "doğa " kavramı tesadüfleri kullanarak bir arı meydana
getiremez. Bir arının kanadını, arılardaki peteklerin hepsini aynı ölçülerde
altıgenlerden yapabilecek bir yeteneği, arıların üreme sistemini kısacası
arının tek bir vücut parçasını bile yaratamaz. Çünkü doğanın kendisi de Allah
tarafından yaratılmıştır. Doğayı oluşturan her parça tüm detaylarıyla birlikte
Allah tarafından tasarlanmıştır.
Arılar da yeryüzündeki
bütün canlılar gibi Allah'ın ilhamıyla hareket ederler. Yaptıkları bilinçli
hareketlerin, sahip oldukları yeteneklerin tek kaynağı budur.
İşçi Arıların
Hayatlarındaki Önemli Dönemler
Birinci Dönem: Kuluçka
Temizleyicisi Arılar
İşçi arılar dünyaya
gözlerini açar açmaz şaşırtıcı bir şekilde kovan içindeki işlere destek olmaya
başlarlar. Onlara yapacakları işi öğreten, yol gösteren eğitmenler bulunmaz.
Yumurtadan ilk çıktıkları andan itibaren bilinçli bir şekilde hareket ederler.
Her arının görevi bellidir. Hiçbir karışıklık çıkmadan, on binlerce arı tam bir
uyum içinde hareket eder ve kovandaki düzeni kısa bir süre içinde sağlar.
Bir işçi arının
kovandaki ilk görevi temizliktir. Pupadan çıkan arı hemen temizliğe başlar.
Öncelikle kendi hücresinden başlayarak ilk iki gün boyunca kuluçka hücrelerini
temizler. Kraliçe arı sürekli yumurtladığı için yeni hücrelere ihtiyaç vardır.
Bu nedenle boşalan hücrelerin hemen temizlenerek yeni yumurtalar için
hazırlanması gerekmektedir. İşçi arı temizleyeceği hücrenin içine girer bazen
dakikalarca içeride kalır. Bütün hücre duvarlarını yalayarak özenle temizler.
İşçi arılar kovandaki ilk iki günlerini temizlik dışında kovanı tanımak için
içeride dolaşarak da geçirirler. Yaşamlarının daha sonraki bölümlerinde de işçi
arılar kovanın genel temizliğinden sorumlu olacaklardır.15
İkinci dönem: Larva
Bakıcısı Arılar
İşçi arılar hayatlarının
3. gününden itibaren larvaları besleme işini üstlenirler. Bu konuyla ilgili her
türlü detayla özenli bir şekilde ilgilenirler.16
Arı larvalarının bakımı
diğer pek çok canlı türüne oranla daha fazla özen ve dikkat ister. Burada
önemli olan nokta larvaların beslenme şekillerinin şartlara göre değişiklik
göstermesidir. Larvanın yaşı, ileride kovan içinde ne gibi bir görevinin
olacağı gibi etmenler bu beslenme üzerinde rol oynar. Dadı arılar özel bir
beslenme listesine uyarak larvaların bakımını yaparlar.
Arılardaki larva bakımı,
larvaların yaşlarına göre iki aşamalı olarak gerçekleşir.
1) İşçi arılar
hayatlarının 3.-5. günlerini "larvalardan üç gününü doldurmuş
olanları" beslemekle geçirirler. Onları, polen ve balı karıştırarak
yaptıkları 'arı ekmeği' adı verilen besin ile doyururlar.17 3 günlük olmayan larvalar arı ekmeğini
sindiremedikleri için, onları da farklı bir yiyecekle beslerler.
2) Yumurtadan yeni
çıkmış larvaların besinleri işçi arıların salgıladığı bir tür süttür. İşçi
arılar gelişimlerinin 6. gününe girdiklerinde kafalarının üzerinde bulunan bir
çift bez faaliyete geçer. Dadı bezi olarak adlandırılan bu organdan "arı
sütü" veya "royal jelly" (kraliyet jölesi) adı verilen bir sıvı salgılanır.
İşte bu sıvı 1-3 günlük arıların besinidir. Arı sütü bilim adamlarını hayretler
içinde bırakan çok özel bir maddedir. Çünkü bir larvanın kraliçe veya işçi arı
olması tamamen işçi arıların salgıladıkları bu maddeye bağlıdır. Bakıcılar,
larvaları sadece yumurtadan çıktıkları ilk 3 gün arı sütü ile beslerler. Larva
-yukarıda da belirttiğimiz gibi- daha sonra arı ekmeği verilerek beslenir.
Ancak kraliçe adayı olan larvalara hiçbir zaman arı ekmeği verilmez.
Kraliçelere diğer arılardan farklı olarak larva dönemi boyunca (6 gün süreyle)
arı sütü verilir.18
Üçüncü Dönem: İnşaat
İşçileri Görev Başında
10. günden itibaren
arılar kovan dışına çıkarak çevre hakkında bilgi edinirler. Bu onların kovanı
ilk terk edişleridir. Bu arada işçilerin karnındaki balmumu bezleri gelişmeye
başlar ve 12. günlerinde olgunlaşarak balmumu üretecek hale gelirler.19 Dadı bezleri ise artık faaliyetlerini
durdurmuştur. 12 günlük olan işçiler, arı yavrularını beslemeyi keserler ve
birbirine eşit altıgenlerden oluşan peteğin inşaasına koyulurlar. (Bu konu son
derece önemli olduğu için kitabın bundan sonraki bölümlerinde ayrıntılı bir
biçimde incelenecektir.)
Arıların kovan içinde
sürekli olarak petek inşa etmeleri gerekmez. Ancak yaşadıkları yer
ihtiyaçlarını karşılamadığında veya başka bir yere göç ettiklerinde yeni
petekler örerler. Bunun dışında balmumunu genellikle petek tamiratında
kullanırlar ki, bu iş çok fazla vakitlerini almaz. Bu dönemde arılar çok önemli
üç iş daha yaparlar.
Bunlardan ikisi,
dışarıdan getirilen yiyecekleri diğer arılara dağıtmak ve petek hücrelerine
depolamaktır. Arılar kovana dönen nektar toplayıcılarından balı alır, bunu aç
arkadaşlarına bölüştürür veya duruma göre bal odalarına depo ederler.20
Kovandaki Büyük Temizlik
İşçi arıların aynı
dönemde yaptıkları üçüncü iş ise kovan temizliğidir. Temizlik, kovan sağlığı
açısından çok önemlidir. Bu yaştaki arılar, hücrelerden yeni çıkan arıların
geride bıraktıkları parçaları, işi biten petek kapakçıklarını, kovan içinde
ölmüş olan arıların cesetlerini ve buna benzer pek çok yabancı maddeyi kovanın
çıkışına sürükler ve metrelerce uçarak kovandan uzağa atarlar.21
Ancak eğer kovan içinde
bulunan şey taşıyamayacakları kadar büyükse bunu "propolis" adı
verilen bir madde ile kaplarlar. Arılar propolisi bazı ağaçların yapışkan
tomurcuklarından alt çeneleri yardımıyla kemirdikleri reçineye ağız salgılarını
ekleyerek üretir. Daha sonra arka ayaklarındaki özel keselere yerleştirerek
kovana taşırlar. Arı reçinası da denen propolisin özelliği içinde bakteri
barınamamasıdır.22
Arılar propolisin antibakteriyel
özelliğinden çok isabetli bir şekilde yararlanırlar. Kovan içinde öldürdükleri
ve dışarı taşıyamayacakları kadar büyük olan böcekleri propolisle kaplayarak
bir nevi mumyalama işlemi yaparlar.
Son cümle dikkatle
üzerinde düşünülerek okunduğunda şaşırtıcı ayrıntılar taşıdığı görülecektir. Bu
ayrıntıların tam anlaşılması için arıların propolosi kullanma şeklini ve
yaptıkları işlemleri sırasıyla düşünelim.
Öncelikle arılar bir
canlı öldüğünde bedeninde bozulmaların olacağını ve ortaya çıkan maddelerin
kovandaki canlılara zarar verebileceğini bilmektedirler. Ayrıca bu bozulmayı
engellemek için ölen canlının özel bir kimyasal işleme tabi tutulması
gerektiğinin de farkındadırlar. Mumyalama işlemi için de bakteri barındırmama
özelliğine sahip bir madde olan propolisi kullanmaktadırlar.
Buraya kadar
sıralanmış olan bilgiler ışığında
düşünerek şu soruları soralım: Acaba arılar bir canlıda meydana gelebilecek
bozulmaları ve bu bozulmanın zararlı etkilerini nasıl yok edebileceklerini
nereden bilmektedirler? Üstelik sadece bunları bilmekle kalmayıp propolis gibi
bir maddeyi kullanıma geçirmeyi nasıl akletmiş olabilirler? Arılara bunu
öğreten kimdir? Bu maddeyi arılar nasıl keşfetmişlerdir? Formülünü nasıl bulup,
üretime nasıl geçmişlerdir? Bu formülün bilgisini diğer koloni üyelerine ve
kendilerinden sonra gelen nesillere nasıl aktarmışlardır?
Mumyalama işlemi,
antiseptik maddenin içeriği ve üretimi veya nerelerde kullanılacağı gibi
konularda arıların bir bilgisinin olamayacağı ve vücutlarında bunları üretebilecekleri
bir sistemi de kendilerinin meydana getiremeyeceği açıktır. Bütün bunları
arılar kendi kendilerine akledemezler. Her aşamasında belli bir akıl ve bilgi
gerektiren bu işlemleri arılar tesadüfen de öğrenmiş değildirler. Çünkü tesadüfler, şuurlu ve akılcı hareketler
ortaya çıkaramazlar.
Bunlar, tüm bu
işlemlerin nasıl yapılacağının arılara başka bir Akıl tarafından öğretilmiş
olduğunu gösterir. Bu bilgilerin tümü arılara herşeyin Yaratıcısı olan Allah
tarafından ilham edilmektedir. Yeryüzündeki herşey gibi arılar da Melik (bütün
kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı) olan Allah'a boyun eğmişlerdir:
Hak Melik olan Allah pek
Yücedir. O'ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbi'dir. (Mü'minun
Suresi, 116)
Propolisin Çok Yönlü Kullanımı
Arı reçinesinin
(propolisin) diğer bir kullanım yeri ise kovan inşaatıdır. Arılar kovandaki
çatlak ve delikleri bu maddeyle sıvarlar. Ayrıca sıcaklığın çok yüksek olduğu
bazı volkanik arazilerde (İtalya'nın güneyindeki Salerno arazileri gibi)
peteklerin erimemesi için, petek hammaddesi olan balmumuna reçine ekleyerek
balmumunun dayanıklılığını artırdıkları da gözlenmiştir.23
Kovan içinde değişik
alanlarda kullanılan propolisin toplanması ve taşınması gibi konularda arılar
arasında tam anlamıyla bir işbölümü vardır. Propolis taşıyan arının kovana
dönüşü polen taşıyan bir arınınkinden farklıdır. Polen taşıyıcısı yükünü koymak
için boş bir hücre arar. Propolis taşıyıcısı ise hemen bu maddeye ihtiyaç
duyulan inşaat alanına gider ve topladığı maddeyi diğer arılara gösterir.
İşçiler propolise ihtiyaç duyduklarında, taşıyıcının yanına giderler ve gereken
miktarda maddeyi torbanın içinden alırlar. Hemen balmumu ile karıştırarak
yapışkan bir tutkal haline getirirler ve inşaat işlemlerinde kullanırlar.
Burada dikkat çekici olan nokta propolis taşıyıcısı arının inşaat işine
karışmaması ve bu işle uğraşan arkadaşlarının yükünü almalarını beklemesidir.24 Arı kolonilerindeki her üyenin belli bir işi
vardır. Herkes kendi göreviyle ilgilenir, sadece bir iş aksadığında diğer arılar
aksayan işlere destek olur. Bu nedenle arı reçineyi hem toplayıp hem yamamakla
veya mumyalamakla, hem de mumyaladığını dışarı taşımakla uğraşmaz. Kovandaki
işçi arıların tümü bu işlerin her birini yapabilecek yeteneklere sahip olsalar
da, sadece kendi işlerini en iyi şekilde yapıp, diğer işleri o konuda
görevlendirilmiş arkadaşlarına bırakırlar.
İşçi arıların hayatları
incelenirken unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. 5-6 haftalık
yaşamları boyunca işçi arılarda gerçekleşen görev değişikliklerinin tümü
vücutlarında meydana gelen değişimlere bağlıdır. Bazı bezler etkisizleşirken,
yeni bezler ortaya çıkmakta ve farklı bir görev için harekete geçmektedir.
Örneğin arıların petek yapma dönemlerinde balmumu bezleri gelişir, dadılık
dönemlerinde ise larvalar için besin üreten bezleri gelişir. Gardiyanlık
dönemleri geldiğindeyse işçi arıların vücutlarındaki salgı bezleri birdenbire
zehir salgılamaya başlar. Eğer tesadüfi bir gelişim söz konusu olsaydı, pek çok
problem yaşanırdı; daha doğrusu tesadüfi bir gelişimle böyle düzenli bir
sistemin meydana gelmesi asla mümkün olmazdı. Örneğin larva besleme döneminde
işçi arıların vücudundan arı sütü yerine zehir salgılanabilirdi. Bu durumda
larvaların tümü ölür ve arıların da soyu tükenirdi. Ama bütün bu görev
değişimleri sırasında hiçbir problem çıkmaz. Herşey çok kontrollü bir şekilde,
kusursuz bir düzen içinde gerçekleşir.
İşçi arılar hayatlarının
dördüncü dönemlerinde yine bir görev değişikliği yaşarlar.
Dördüncü Dönem: Kovan
Bekçileri
Arılar hayatlarının
dördüncü dönemlerinde kovan girişinde nöbetçilik yaparlar. Vücutlarında bir
değişim olur; iğne bezleri gelişir ve zehir üretmeye başlar. İşte bu dönemdeki
arılar, kovan kapısında nöbet tutarak davetsiz misafirlerin içeri girmesini
engellerler. Gelen her canlı -arılar bile- kapıdaki nöbetçinin kontrolünden
geçerek içeri girebilir. Nöbetçi arının yerinden ayrılması durumunda ise hemen
başka bir işçi arı gelir ve kovan kapısındaki nöbeti devralır.25
Arıların kovan
bekçiliğini, sınır kapılarında giriş yapmaya çalışanlara uygulanan kontrollere
benzetebiliriz. Bir ülkenin sınır güvenliği çok önemlidir. Bu nedenle alınan
güvenlik önlemleri son derece fazladır. Aynı şekilde kovanlardaki güvenlik
önlemleri de son derece sıkıdır. Gardiyan arılar kovana yabancı girişine hiçbir
şekilde izin vermezler.
Bütün arılar dış görünüş
olarak birbirlerine çok benzemelerine rağmen kovana giren yabancı arılar hemen
teşhis edilir. Bu ayrımı arıların nasıl yaptığını araştıran bilim adamları
şaşırtıcı sonuçlar elde etmişlerdir. Arıların birbirini tanımasındaki en önemli
etken kovan kokusudur. Her arı kolonisinin kendine özgü, diğer kovanlardan
onları ayıran bir kovan kokusu vardır. Arılar birbirlerini bu koku sayesinde
ayırt ederler. Kovan kokusunu taşımayan canlılar kovan için tehlike demektir.
Bu nedenle kovandan olmayan her canlı, hiç ayrım yapılmadan, kapıdaki
nöbetçilerin saldırısına uğrar.
Başka bir kovana girmeye
çalışan arılar farklı kokuları nedeniyle nöbetçiler tarafından hemen teşhis
edilirler ve yine nöbetçiler tarafından kovandan dışarı atılırlar ya da
öldürülürler.
Yabancı bir canlı, kovan
girişinde göründüğü zaman, nöbetçi arılar hemen sert tepkiler vermeye
başlarlar. Kovan dışından olduğu tespit edilen davetsiz misafire karşı
nöbetçiler zehirli iğnelerini kullanırlar. Nöbetçi arıların ilk hamlesinin
hemen ardından genelde diğer kovan üyeleri de saldırıya katılırlar.
Kovandaki kitlesel
saldırıyı ateşleyen sinyal, yabancıya saldıran nöbetçi arının iğnesinden
salgılanan kokulu bir kimyasaldır. Bazı durumlarda saldırıyı başlatan kokuların salgılanmasının yanısıra huzursuz
olan hayvandaki karakteristik duruş ve uçuş tipleri de kovandaki diğer arılar
için alarm sinyali anlamına gelir. Alarm sinyallerinin yayılmasının ardından
yüzlerce arı kovan kapısına birikir. Nöbetçi arıdan yayılan koku ne kadar
kuvvetli olursa, arılar da o kadar heyecanlı ve savaşçı olurlar.26
Arıların anlaşmasında
son derece önemli bir yeri olan bu özel kokular, arılar ilk ortaya
çıktıklarından beri kullanılmaktadır. Arılar Allah'ın kendileri için yaratmış
olduğu özel tasarımlara sahip bedenlerinde bu kokuları üretmekte ve bu yolla
aralarındaki iletişimi sürdürebilmektedirler.
İşçi Arıların Fedakarlığı
Gardiyanlık yaptıkları
bu dönemde işçi arılar aslında kendi hayatlarını riske atmaktadırlar. Çünkü düşmana
saldıran arı, iğnesini geri çekemediği zaman ölüm tehlikesi ile karşı karşıya
kalır. Balarılarının iğnesi bir kirpinin dikeni gibi küçük oklara sahiptir. Bu
yapısı nedeniyle iğne birçok hayvanın etinden geri çekilemeyebilir. Nöbetçi
arılar iğnelerini ancak başka bir arıyı ya da bazı hayvanları soktuklarında
geri çekebilirler ve kendilerine bir zarar gelmez. Ama özellikle insanları
soktuktan sonra uçmaya çalışırken arıların iğneleri soktukları yerde takılı
kalır ve arının karnının arka tarafı yırtılır. Karnın yırtılmış kısmında, zehir
salgısı ve onu kontrol eden sinirler vardır. İç organlarındaki bu tahribat
sonucunda arı ölür. Ölen arıdan kopan salgı bezinin başka bir özelliği de,
arının vücudundan ayrılmış olmasına rağmen soktuğunu canlının yarasına belli
bir süre daha zehir pompalamaya devam etmesidir.27
Kovanın korunması bütün
koloniyi ilgilendiren önemli bir sorumluluktur. Nöbetçi arılar da bu
sorumluluğu kendi hayatlarını tehlikeye atarak yerine getirirler. Kovandaki her
arı, zamanı gelip de nöbetçilik görevini devraldığında aynı şekilde hareket
eder ve kendi canı pahasına da olsa kovanı korur.
Arıların bu fedakar
tavırları, evrim savunucularının doğada bir "yaşam savaşı" olduğu,
her canlının yalnızca kendi soyunu korumaya çalıştığı yönündeki iddialarını
yalanlamaktadır.
Arıların Fedakar
Davranışlarının Gerçek Nedeni
Evrim teorisinin
"hayatta kalma mücadelesi" tezine göre fedakarlık, açıklanması
imkansız bir davranıştır. Evrimcilerin iddiaları canlıların kendilerini korumak
ve hayatta kalabilmek için savaştıkları doğrultusundadır. Oysa doğanın sadece
savaşan bireylerden oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü canlılar
arasında yardımlaşma, fedakarlık gibi pek çok davranış vardır. Bu durum
karşısında bazı evrimciler canlıların tüm neslin devamı için kendilerini feda
ettiklerini, yani bu işten çıkarları olduğu için fedakarlık yaptıklarını iddia
ederler. Elbette bu iddia kendi içinde pek çok çelişkiyi barındırmaktadır.
Örneğin nöbetçi arılar
çoğu zaman kendilerinden çok daha büyük olan eşekarısı gibi canlıların üzerine
hiç düşünmeden atılırlar ve savaşırlar. Arıların bütün bunları kendi
kendilerini düşünerek yaptıklarını ve bundan bir çıkarlarının olduğunu iddia
etmek cevaplanması gereken bazı soruları da beraberinde getirecektir. Arılar
bunu yaparken acaba "kolonideki yavruların korunması" gibi bir mantık
yürütebilirler mi? Arıların geçmiş-gelecek gibi kavramları, bunlara yönelik
kaygı ve beklentileri olabilir mi? İşçi arıların kovan savunması yaparken
ölmelerinde ne gibi bir çıkarları olabilir?
Elbette ki arıların
mantık yürütmesi söz konusu değildir. Arıların bu işten hiçbir çıkarları da
yoktur. Zaten çıkarları olsa bile kendi hayatlarını tehlikeye atmalarının bir
anlamı yoktur. Nöbetçi arılar sadece kovanı koruma görevi kendilerine verildiği
için böyle yaparlar.
Hiçbir akla ve şuura
sahip olmayan canlıların bir plan belirleyip, ona göre hareket etmesi, örnek
yardımlaşmalar sergilemesi, özveride bulunması tesadüfen meydana gelecek
davranışlar değildir. Bunların o canlıya öğretilmiş, diğer bir deyişle Allah
tarafından ilham edilmiş olması gerekir.
Bu kitabın konusu olan
arılar da yeryüzündeki diğer canlılar gibi Allah'ın ilhamıyla hareket eder.
Evrendeki tüm canlılar, atlar, kuşlar, böcekler, ağaçlar, çiçekler, kaplanlar,
filler Allah'a boyun eğmişdir. Yaptıkları her hareketi Allah'ın ilhamıyla
yapmaktadırlar. Allah Hud Suresi'nde canlılar üzerindeki hakimiyetini bize
şöyle bildirmektedir:
...O'nun alnından yakalayıp
denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol
üzerindedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır). (Hud Suresi, 56)
Beşinci Dönem: Besin
Toplayıcısı Arılar
İşçi balarılarının
hayatlarının son dönemlerindeki görevleri besin toplamaktır. İhtiyaçları olan
tüm besin maddelerini çiçeklerden temin ettikleri polen (çiçek tozu) ve nektar
(bal özü) sayesinde karşılarlar. Polen protein yönünden zengin bir maddedir,
nektar ise hem enerji kaynağıdır, hem de balın ana maddesidir. Arılar kışın
besin bulamayacakları için kovanlarına bal depo ederler. Kış için ayrıca polen
depo edilmez, yalnız yağmurlu havalarda kullanılmak üzere yavru arılara yetecek
kadar polen biriktirilir.28
Arılar çiçeklerden
topladıkları poleni doğrudan doğruya kullanmaz, "arı poleni" veya
"arı ekmeği" adı verilen bir maddeye dönüştürürler. Bu dönüşüm
çiçeklerden toplanan polenlere nektarla birlikte bazı enzimlerin eklenmesiyle
sağlanır. Elde edilen bu madde sadece beslenme için kullanılır.29
Polen ve nektar toplama
görevi 21 günlük işçi arılara düşmektedir. Bu aşamada artık balmumu yapmaya
yarayan mum bezleri mum salgılamayı durdurur. İşçi arılar kovan dışına çıkarak
yeni ve tehlikeli görevlerine başlarlar. Çiçekler arasında dolaşma görevi
tehlikelidir çünkü arıların bütün düşmanları (örümcekler, yusufçuklar gibi)
dışarıdadır. Aynı zamanda arılar, kovan ve yiyecek kaynağı arasında sürekli
uçuş halinde oldukları için de bu görev oldukça yorucudur. Uçuş kasları
yıpranan arılar kısa bir süre sonra ölürler.
Arıların vücutları polen
ve nektar toplamak için tasarlanmış özel sistemlerle donatılmıştır. Arılar,
nektarı bal kesesine doldurmak için yutar. Polenler ise nektar gibi yutulmaz,
kümeler halinde arıların arka bacaklarının yan taraflarına yapışık olarak
açıkta kovana taşınır.
Arıların Polen Sepetleri
Arıların arka
bacaklarının dış tarafı çok hafif bir çukur oluşturacak şekilde bir tasarıma
sahiptir. Vücutlarının bu bölümü adeta polenleri taşımaya yarayan bir kaşık
gibidir. Ayrıca bacaklarının çevresinde uzun tüyler vardır. Bu bölüme
"polen kesesi" adı verilir. Arıların karınlarının alt tarafı ise tamamen yumuşak tüylerle
kaplanmıştır. Çiçekten polen toplarken bunların üzerine de çiçek tozları
yapışır. İşçi arıların bacaklarındaki fırçayı andıran tüyler ise karınlarının
altına yapışan çiçek tozlarını fırçalayarak, bunları polen keselerinde
biriktirebilmelerine yarar.30
Besin toplayıcılığı
yapma zamanı gelen bir balarısı, uçuşa çıkmadan önce enerji kazanabilmek için
kursağını bir miktar bal ile doldurur. Bundan başka topladığı polenleri sepete
yerleştirmek için de kursağındaki bu baldan kullanır. Polen toplayan arı
çiçeğin erkek organı üstüne konduğunda, burada bulunan polenleri çenelerini ve
ön ayaklarını kullanarak kazır ve onları yapışkan hale getirmek için de
kursağındaki bal ile ıslatır. Arı bu işleri yaparken polenlerin bir kısmı da
vücudundaki kılların arasına bulaşır. Bu nedenle arının görüntüsü kimi zaman
una bulanmış gibi olur.
Polenleri, polen
kesesine fırçalama işini -bu işlem süpürme olarak da tanımlanabilir- arı
uçarken yapar. Bir çiçekten başka bir çiçeğe doğru uçarken bir yandan da arka
bacağında bulunan fırçasıyla vücuduna ve arka bacağına yapışmış olan polenleri
biraraya toplar. Sonra aynı işlemi diğer bacağıyla da yapar. Yani arı bir sağ
bir sol ayağını kullanarak polenleri toplar ve bacağının dış tarafında bulunan
sepetçiğe doğru iter. Bu şekilde polenler birikir. Arı bu işlemi sepetçik doluncaya kadar devam
ettirir. En sonunda burada irice ve yoğun bir çiçek tozu topağı oluşur, artık
arının polen kesesi dolmuştur. Polenlerin düşmemesi için de arı, ara sıra bacağıyla
sepetçiğin dış tarafından vurarak, polenleri sepete iyice yerleştirir ve kovana
doğru yola çıkar. Kovana vardığında ise polenleri, özel olarak ayrılmış olan polen hücrelerinden birine
yerleştirecektir.31
Pek çok böcek
çiçeklerden polen taşır ama hiçbiri arılar kadar verimli sonuç alamaz. Bunun en
önemli nedeni arıların polen toplamaya son derece elverişli olan vücut
yapılarıdır. Polen toplama işi yoğun bir çalışma gerektirir, çünkü arının uzun
süre çalışıp toplayarak kovana taşıdığı polen paketi ancak bir çifttir. Oysa
tek bir petek gözünün polenle dolması için ortalama 20 çift polen paketine
gereksinim vardır. Bu da arıların hiç durmadan hareket halinde olması demektir.32
Arılar çiçeklerden iki
ayrı madde toplar. Bu iki maddenin hem içerikleri, hem toplanış biçimleri, hem
de kullanım alanları birbirinden çok farklıdır. Çiçeklerdeki nektarı
toplayabilmek için de arılar polen taşımak için kullandıklarından daha farklı
bir sisteme ihtiyaç duyar. Çünkü çiçeklerin yapılarına göre nektarların
bulunduğu yer de değişiklik gösterir. Bazı çiçeklerin nektarları çiçek
yapraklarının üzerinde serbestçe görülecek şekildedir ve bu bölgeye böcekler
kolayca ulaşabilir. Ancak bazı çiçek türlerinin nektarları ulaşılması daha zor
olan, çiçeğin boru şeklinde uzayan dip tarafında bulunur. Bu yüzden böceklerin
daha diplere inmesi ve nektarı çiçeğin o bölümünden çıkarması gerekir.
Bu durum pek çok böcek
için sorun yaratırken arılar için bir problem oluşturmaz, çünkü arıların
derinlerdeki bal özüne ulaşmalarını sağlayan boru biçiminde
"proboscis" adı verilen bir organları vardır. Proboscis arının
çiçeklerden kolay nektar toplamasını sağlar. Bundan başka bal ve su gibi
maddeleri de bu organları ile toplar. Uzun bir burun olarak
nitelendirilebilecek olan proboscis, arılar arasındaki besin değişiminde de rol
oynar. Bu organ aynı zamanda kraliçe arının salgısının yalanmasında ve diğer
arılara aktarılmasında da kullanılır. İşçi arılar proboscislerini
kullanmadıkları zamanlarda, ağızlarının alt bölümünde bulunan boşlukta, z harfi
görünümünde olacak şekilde içeri doğru katlarlar. Nektar, polen ya da su
toplamak istediklerinde ise tekrar açarlar.33
Arı bir çiçeğe konunca
nektar damlacıkları önce emme hortumundan sonra da yemek borusundan geçerek
"bal midesi" adı verilen bölüme akar. Arılar taşıyabilecekleri kadar
bal özünü buraya doldurur ve kovana döner. Bu arada balarılarının yaklaşık 50
mm3'lük bir kapasitesi olan bal keselerini tamamen nektarla
doldurabilmeleri için 100 ile 150 arasında çiçeği ziyaret etmeleri gereklidir. 34
Arılar arasındaki iş
bölümü nektar toplanması ve yerleştirilmesi işlerinde de açıkça görülmektedir.
Şöyle ki nektar yüküyle dönen toplayıcı arı bunu hücrelere yerleştirmekle
uğraşarak hiç vakit kaybetmez. Bunun yerine bu işle görevlendirilmiş olan
arılara nektarı ağız yoluyla aktarır. Midesinde kendisine enerji verecek kadar
bal bırakır ve hemen besin kaynağına doğru uçar. Kendisine nektar aktarılan
görevli de duruma göre nektarı başka arılara verebilir veya depolayabilir. Bu
işlem kovandaki arıların o andaki gıda ihtiyacına bağlıdır. 35
Diğer Görevler...
Balarıları besin
toplamaya başladıktan ve yetişkin bir arı olduktan sonra her işi yapabilir.
Bunun için sadece arıların 3 haftalık olması yeterlidir.
Daha önce arıların
büyüme dönemleri boyunca vücutlarında çeşitli değişikliklerin meydana
geldiğinden ve bu değişikliklerle doğru orantılı olarak kovan içindeki
görevlerinin değiştiğinden bahsetmiştik. Arıların vücutlarında dönem dönem
gerçekleşen bu değişiklikler geri dönülmez değişiklikler değildir. Kovandaki
ihtiyaçlar doğrultusunda arıların organları eski fonksiyonlarını tekrar
kazanabilir. Örneğin bir saldırı ya da bir yangın sonucunda kovanda herhangi
bir tahribat meydana geldiğinde, bunu telafi etmek için artık balmumu üretmeyen
yetişkinler birdenbire balmumu üretmeye başlayabilir. Benzer şekilde, larvaların
beslenmesinde bir aksaklık ihtimali belirirse bu defa dadılık yapan arıların
dışında da, dadı bezleri faaliyete geçen arılar olabilir. Bundan başka bal
stoğu yetersiz olduğunda da daha fazla arı nektar toplamaya çıkabilir veya
kovanın acil olarak serinletilmesi gerekiyorsa diğer arılar o sırada yaptıkları
işleri bırakıp, hemen bu işe yönelebilir. Kovan büyük bir saldırıya uğradığında
arıların çoğu savunmaya katılır, yüzlerce işçi arı kovan girişine birikir ve
saldırı hep birlikte geri püskürtülür.36 Kısacası her arı o anda kovanda ne gibi ihtiyaçların ortaya çıktığını ve
buna bağlı olarak nerede, nasıl davranması gerektiğini çok iyi bilir. Şimdiye
kadar ele alınan konularda da görüldüğü gibi arıların tüm hareketlerine bir
"bilinç" hakimdir. Arılar üstlerine düşen görevleri son derece
başarılı bir şekilde yerine getirmektedir.
Bu bilgiler
doğrultusunda düşünüldüğünde çok önemli bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Arıların
her türlü özelliklerini (hem davranışsal, hem de fiziksel olarak) kendi
iradeleri ile ya da tesadüfen kazandıklarını iddia etmek akla, mantığa ve
bilime uymayan bir iddiadır. Arıların tümünün aynı dönemlerde aynı şekilde
hareket etmesi, kovandaki düzenin arılar ilk ortaya çıktığından beri hiç
değişmeden devam etmesi gibi detaylar arıları yöneten aklın açık
göstergelerindendir. Arıların sahip oldukları bilgilerin tümü bu canlılara
üstün bir akıl sahibi tarafından verilmektedir. Arılara neler yapmaları
gerektiğini, hangi dönemde ne gibi görevlerde bulunacaklarını ilham eden bu
aklın sahibi, sonsuz bir ilmin sahibi olan Allah'tır. Allah herşeyi bir düzen içinde yaratandır.
O Allah ki, yaratandır, (en
güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel
isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O,
Aziz, Hakim'dir. (Haşr Suresi, 24)
Kovandaki Isının
Ayarlanması
Bazı canlılar
yaşadıkları ortamın sıcaklığını dengede tutabilmek için kendi vücut ısılarını
kullanırlar. Vücut sıcaklıklarıyla bu ayarlamayı yapabilenler memeli hayvanlar
ve kuşlardır. Diğer pek çok canlının (kertenkele, yılan, kurbağa, balık,
salyangoz, solucan, ıstakoz, böcek vs.) vücut ısıları ise yaşadıkları bölgenin
ısısına göre değişiklik gösterir.
Bu bilgiler göz önüne
alındığında arı kovanlarındaki 35°C'lik değişmeyen ısı son derece dikkat
çekicidir. Çünkü arılar da vücut sıcaklıklarında değişiklik yapamayan
canlılardandır. Bu nedenle kovan içindeki sıcaklığı vücut sıcaklıkları ile
dengeleyemezler. Ancak hareket etmelerinin sonucunda ortaya çıkan ısı ile
kovandaki ısı dengesini sağlarlar.37 İşçi arıların kovan içindeki en önemli görevlerinden biri de kovandaki
ısının ayarlanmasıdır. Balarıları, bulundukları ortam (ağaç kovuğu, kaya arası
vs.) ve dışarının ısısı ne olursa olsun kovandaki ısıyı her zaman kontrolleri
altında tutarlar. Bahar sonundan sonbahara kadar kovan ısısı 34.5°C-35.5°C
arasında korunur. Balarıları ısı değişikliklerinden etkilenen canlılardır.
Balmumu üretimleri, balın oluşumu gibi işlemlerin tümü belirli bir sıcaklıkta
gerçekleştirilir. Kovandaki ısı değişikliğinden en çok etkilenenlerse yavru
arılardır. Bu nedenle kuluçka odalarının sıcaklığına özellikle çok dikkat
edilir. Gün içinde gerçekleşen sıcaklık değişikliklerine göre arılar kovan
ısısını korumak için çeşitli çalışmalar yaparlar. Örneğin havanın daha soğuk
olduğu sabahın erken saatlerinde işçiler petek çevresinde kümelenir ve vücut
sıcaklıkları ile yumurtaları ısıtırlar. Gün ilerledikçe ve hava ısınmaya
başladıkça arılar tarafından örülen küme yavaş yavaş dağılır. Eğer sıcaklık
artmaya devam ederse işçilerin bir bölümü ısıyı düşürmek için kanatlarını
yelpaze gibi sallamaya başlar. Hava akımını kovanın girişine ve peteklerin
üzerine doğru yönlendirerek kovan ısısını düşürmeye çalışırlar.
Çok sıcak günlerde ise
arılar daha şiddetli bir soğutma yöntemi kullanırlar. Yiyecek toplayan arılar
kovan ısısı çok yükseldiğinde polen veya nektar yerine kovana, yakındaki su
kaynaklarından aldıkları su damlalarını getirir ve bunları kuluçka hücrelerinin
üzerine serperler.38 Daha
sonra kanatlarıyla hava akımı oluşturarak bu damlaların içerisindeki suyu
buharlaştırırlar. Bu soğutma sistemiyle kovanın ısısı kısa sürede eski haline
döner.39 Bu konuyla ilgili olarak
yapılan bir deneyde, sıcaklığın 50 °C'ye yükseldiği bir günde kovan tam
Güneş'in altına konulmuş, arıların yakındaki bir su kaynağından sürekli su
taşıyarak kovan içi sıcaklığını yaklaşık 35 °C'de sabit tuttukları
gözlenmiştir.
Arılar kış aylarında
ısınmak için de yazın kovanı soğuturken kullandıklarına benzer bir yöntem
kullanırlar. Kovan ısısı düştüğünde arılar önce sıkıca birbirlerine
kümelenirler. Kalınlığı soğuğun şiddetine göre 2.5 cm ile 7.5 cm arasında olan
bu arı kümesi, bir kabuk gibi peteği kaplar. Ana kümeye dahil olmayan arılar iç
taraftadır, birbirlerine yakın olmalarına rağmen dışarıdakiler kadar sıkışık
değildirler. Bu arılar sürekli hareket ederek dışarıdaki arılar için ısı açığa
çıkarırlar. (Her bir arının 10 °C sıcaklıkta, dakikada 0.1 kalori ısı
üretebildiği bilinmektedir.) Arılar daha çok ısı elde etmek için daha fazla
hareket ederler. Dışarıdakiler ise büzülerek vücutlarının soğuğa daha az temas
etmesini sağlarlar. Kümenin dışında yer alan arıların karınlarına depoladıkları
besin bir süre sonra biter. Bunun üzerine iç kısımdaki arılarla diğerleri
arasında yer değişimi yaşanır. Arılar arasındaki bu değişim, gerekli olan
sıcaklık elde edilene kadar devam eder.40 Arılar bu yöntemi kullanarak hava sıcaklığı -30 °C'ye düştüğünde bile
kovan ısısını yaklaşık olarak 35 °C'de tutabilmektedirler.41
Şu ana kadar anlaşıldığı
gibi, kovan ısısının ayarlanmasında arıların kullandıkları çözümler son derece
etkili ve pratiktir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken nokta, arıların bu
çözümleri nasıl keşfettikleri ve kovanın ısısını nasıl doğru olarak tespit
ettikleri konusudur. Bir böceğin sıcaklık konusunda bu kadar hassas ölçümler
yapabilmesi son derece şaşırtıcıdır.
Öncelikle sıcaklık
ölçümü yapabilmesi için arının vücudunda bir ısı ölçerin bulunması şarttır. Bu
durumda termometre hassaslığındaki bu organın arının vücudunda nasıl oluştuğu
sorusunun cevabının verilmesi gerekecektir. Arılar bu sisteme tesadüfen sahip
olamayacaklarına ve kovan ısısının kaç derecede olacağını, ısının nasıl korunacağını tesadüfen keşfedemeyeceklerine
göre bütün bunları arılarda var eden bir güç vardır.
Arıların bütün bunları
kendi kendilerine yapmaları imkansızdır. Arılardaki ısı ölçüm sisteminin
tasarımı ve bunun vücutlarına yerleştirilmesi, kovanı ne zaman ve nasıl ısıtıp
soğutacakları gibi bilgilere arılar kendiliklerinden ulaşmış olamazlar.
Tüm bunlar bizi tek bir
sonuca ulaştırır. Arılara, yaptıkları her hareket Yaratıcımız olan üstün güç
sahibi Allah tarafından ilham edilmektedir. Sahip oldukları sistemlerin
tasarımı da benzersiz sanatını bize yarattığı canlılarda tanıtan Allah'a
aittir.
İşçi Arıların Ölümü
Koloninin tüm yükü
üzerlerinde bulunan işçi arılar, doğdukları andan itibaren hiç durmadan
çalışırlar. Bu yoğun tempo nedeniyle kovandan çıkıp yiyecek toplamaya
başladıktan sonra ancak 3-4 hafta kadar yaşayabilirler.
İşçi arının ölümüne yol
açan nedenlerden en önemlisi yiyecek arama işidir. Bu zor işin sonucunda arının
beslenme ve balmumu bezleri zarar görür. Ayrıca işçi arı tüylerini kaybeder ve
sonunda (toplam olarak yaptığı yaklaşık 800 km.lik bir uçuştan sonra) uçma
kasları da tükenir. İşçi arılar genellikle kovandan uzakta ve görev başında
iken ölürler.42
Sonbaharda yumurtalardan
çıkacak yeni bireyler koloninin bakımını üstleneceklerdir. Bu arıların doğumu
kışa denk geldiği için kovan dışına çıkmaz ve kendilerinden önceki arıların
depoladıkları yiyecekler ile beslenirler.
Koloniyi oluşturan
arıların ömürleri kısa olsa da koloniler oldukça uzun süre hayatta kalır. Öyle
ki aynı koloni (orman yangını ve kuraklık gibi olağanüstü durumlar hariç) 20
yıl ve bazen daha da fazla süreyle varlığını koruyabilir.
Arılar Bir Anda Ortaya
Çıkmışlardır
Arıların yaşamı
incelenirken özellikle dikkat edilmesi gereken nokta, kovandaki tüm işlerin
sayıları ortalama 40 ila 80 bin arasında değişen arılar tarafından yapılması ve
bu sayıya rağmen kovanda en ufak bir karışıklığın ve düzensizliğin yaşanmamasıdır.
Kalabalığa rağmen ne larvalar aç kalır, ne savunma aksatılır, ne de kraliçeye
hizmet geciktirilir. Arılar hayatlarının her aşamasında son derece akılcı
davranıp, üstlendikleri her işi en başarılı şekilde tamamlarlar.
National Geographic Society
tarafından yayınlanan The Marvels of
Animal Behaviour adlı kitapta işçi arıların faaliyetleri şöyle anlatılır:
İşçi arıların hareketleri
son derece tutarlıdır ve amaçsız bir şekilde hareket etmezler. Örneğin, bir arı
yeni yumurtalar için hücreler hazırlarken, diğeri kraliçeye hizmet için
petekler arasında dolaşır, bir üçüncüsü bal toplar, bir başkası ise kovan
kapısında nöbet tutar. Her işçi kesin olarak neyi nasıl yapacağını bilir,
kusursuz bir disiplinle hareket eder.43
Daha önceki bölümlerde
de değindiğimiz gibi işçi arılar, kovandaki işleri gerçekleştirmek için kimi
zaman özel sıvılar, kimi zamansa o iş için tasarlanmış organlar kullanırlar.
Bir arının yaşamını devam ettirebilmesi için şu anda sahip olduğu özelliklerin
tümünün aynı anda var olması zorunludur. Kovanı savunmak için gerekli olan
zehirli iğneler, nektarı çiçeklerden toplamak için kullandıkları uzun dil,
çiçek tozlarının vücutlarına yapışmasını sağlayan tüyler, bacaklarına monte
edilmiş fırça benzeri tüyler ve daha pek çok yapı, arılar ilk ortaya
çıktıklarından beri mevcuttur. Bundan başka arılarda evrimcilerin içgüdü olarak
nitelendirdikleri davranışların da ilk ortaya çıktıkları anda var olması
gereklidir. Bir arı, larvaları nasıl besleyeceğini, kraliçeye nasıl bir ihtimam
göstermesi gerektiğini, petekleri hangi açı ile yaparsa balın rahatlıkla
depolanabileceğini, balmumundan nasıl tasarruf yapacağını, kovanı nasıl
koruyacağını, propolisi nasıl toplayacağını, yiyeceğin yerini diğerlerine nasıl
bildireceğini doğduğu anda bilmek zorundadır. Kısacası arıların sahip oldukları
tüm yeteneklerin ilk ortaya çıktıkları anda var olması gereklidir.
Arıları arı yapan
özelliklerden tek bir tanesinin olmaması durumunda bile ortaya aksaklıklar
çıkacak ve bu canlılar yaşamlarını sürdüremeyeceklerdir. Bütün bunlar bize
arıların, evrimcilerin iddia ettikleri gibi, zaman içinde gerçekleşen
gelişimlerle ortaya çıkmadıklarını gösterir. Arılar, vücutlarındaki
sistemlerden sadece birinin eksikliği halinde bile hayatlarını sürdüremezler.
Örneğin, iğneleri olmasa kendilerini savunamaz, bacaklarının arkasındaki polen
sepetleri olmasa kovana besin taşıyamaz, dilleri kısa olsa nektara ulaşamaz,
balmumu salgılamasa petek öremez. Larva bakımını ve petek örmeyi bilmese
neslini devam ettiremez. Zehir bezleri gelişse ama kovanı korumayı bilmese bir
işe yaramaz. Kısacası, arıların tüm vücut sistemlerinin ve tüm yeteneklerinin
aynı anda ve eksiksiz bir şekilde ortaya çıkması gereklidir. Böyle bir şeyin
tesadüfen oluşması ise imkansızdır.
Bütün bunlar arıların
bir anda, şu anki halleri ile ortaya çıktıklarını gösterir. Arılar bir Yaratıcı
tarafından yaratılmışlardır. O benzeri olmayan gücün sahibi olan Yaratıcı
arılarda yarattığı kusursuz yapılar ile bize Kendisi'ni tanıtmaktadır. Bu
Yaratıcı üstün güç sahibi Rabbimiz olan Allah'tır. Tüm evrenin Yaratıcısı olan
Allah çok üstün, sınırsız ve benzersiz bir Aklın sahibidir. Allah her türlü
yaratmayı bilen, herşeyden haberdar olandır:
O, gökleri dayanak
olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır
diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz
gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik.
Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını
bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkca bir sapıklık içindedirler. (Lokman
Suresi, 10-11)
KOVANIN DEVAMLILIĞINI
SAĞLAYAN KRALİÇE ARI
Arı kovanında kısa bir
gözlem yapılacak olunursa işçi arıların kendilerine göre daha büyükçe olan bir
arıya özel bir ihtimam gösterdikleri görülecektir. Beslenmesi, temizliği,
güvenliği gibi tüm ihtiyaçları diğer arılar tarafından karşılanan bu arı,
koloninin devamlılığını sağlayan kraliçe arıdır. Bir kovanda yaşayan işçi
arıların sayısı on binlerle ifade edilirken, sadece bir tane kraliçe bulunur. Kraliçenin
varlığı arılar için hayati bir öneme sahiptir. Çünkü yumurtlayarak koloninin
devamını sağlayan, kraliçe arıdır. Bundan başka kolonideki disiplin de
kraliçenin salgıladığı bir madde ile sağlanır.
Kraliçe bütün hayatı
boyunca yumurtlamaktan başka bir işle meşgul olmaz. Sürekli kovanın içindedir,
hiç dışarı çıkmadan, baharın başlangıcından yazın sonuna kadar her gün durmadan
yumurtlar. Kraliçenin tüm bakımını da işçi arılar yaparlar. Kraliçe kovan
içinde dolaşırken bir grup işçi arı da onun etrafında kümelenir ve kraliçeyi
sürekli besler, antenleri ile sıvazlar ve yalayarak temizliğini yaparlar.
Kısacası kraliçe kendisiyle ilgili hiçbir konuyla ilgilenmez. Çünkü kovan
içindeki görevi sadece yumurtlamaktır.
Farklı Bir Arı: Kraliçe
Kraliçenin ayrıcalığı
daha larva aşamasındayken başlar. Kraliçeler diğer peteklerden farklı
özelliklere sahip olan bir yerde yetiştirilirler. Kraliçenin büyütüldüğü bu
yer, petekten aşağıya doğru sarkan özel hazırlanmış hücrelerdir. Bu hücreler
kraliçenin diğer arılara göre daha büyük boyutta olması nedeniyle normal petek
hücrelerine göre daha büyükçe inşa edilir.44
Önceki bölümlerde de
vurguladığımız gibi kraliçe arının oluşmasını sağlayan yumurtanın, işçi
arıların oluşmasını sağlayan yumurtalardan hiçbir farkı yoktur. 6 gün süren
larva dönemindeki beslenme farklılığı sebebiyle kraliçe, normal bir dişi arı
olarak değil de, görünüm ve işlev olarak diğerlerinden daha farklı bir arı
olarak ortaya çıkar. Diğer işçilere sadece 3 gün süreyle arı sütü verilirken,
kraliçeye çok değerli olan bu besinden bütün larva dönemi boyunca (6 gün)
verilir.45
Kraliçeye verilen arı
sütünün içeriği ve miktarı da özel olarak ayarlanır. Yapılan incelemeler
sonucunda larva dönemi boyunca kraliçe arıya 10 mg. arısütü verilirken,
diğerlerine sadece 3 mg. verildiği tespit edilmiştir. Sadece bu besleme
farklılığı sebebiyle birbirinden çeşitli morfolojik (yapısal) farklılıklara
sahip olan iki canlı, kraliçe ve dişi işçi arılar meydana gelir.46
Kraliçe ve Diğer Arılar
Arasındaki Farklar
Kraliçe arı genel yapı
ve dış görünüş olarak diğer arılardan farklıdır. Örneğin işçi arılar da
kraliçeler gibi dişi olmalarına rağmen işçi arıların yumurtalıkları
gelişmemiştir, yani işçi arılar kısırdır. Bir kraliçe kafa ve thorax (gövde
kısmı) olarak işçilerden çok da fazla büyük değildir. Bununla birlikte işçi
arıların tam aksine kraliçenin çene kemiği balmumu hücrelerini yapmak için
uygun bir yapıya sahip değildir. Ve kraliçe arı, işçilerin polen sepetlerini
oluşturan sert tüylerinden de yoksundur. En önemlisi de kraliçe arı aynı
yumurtadan çıkmasına rağmen sadece beslenme farklılığı sebebiyle diğer arılar
gibi sadece 5-6 hafta değil, (kışa denk gelenler birkaç ay) 4-5 sene kadar
yaşar.
Bunlar kraliçe ve diğer
arılar arasındaki genel farklılıklardan sadece birkaç örnektir. Yan sayfadaki
tabloda ise bu konu detaylı olarak anlatılmaktadır.Tablo incelenirken
unutulmaması gereken nokta; arıların beslenme şekilleri ve sürelerindeki
farklılık ile erkek, kraliçe ve işçi arıların ortaya çıktığıdır.
Kraliçenin İlk Günleri
Kraliçe de larva
döneminden sonra diğer arılar gibi pupa aşamasından geçer ve yumurtanın
bırakılmasından 16 gün sonra pupasından çıkar. Görünümü işçi arılardan oldukça
büyük, erkek arılara göre ise daha uzundur.
Kovan güvenliği
açısından -her türlü ihtimal göz önünde bulundurularak- işçi arılar aynı anda
sadece tek bir tane değil, birkaç tane kraliçe adayı yetiştirirler. Kraliçeye
herhangi bir zarar gelmesi durumunda hemen yeni bir kraliçe yetiştirilmeye
başlanır. Yeni kraliçenin yaptığı ilk şey, içinde bal olan şapkasız bir hücre
bulana kadar petekleri dolaşmaktır. Kraliçe bulduğu baldan yer ve hızla diğer
petekleri dolaşmaya başlar. Amacı rakip kraliçeleri bir an önce bularak saf
dışı etmektir. Yeni kraliçe, yumurtadan çıkmamış diğer kraliçe adaylarını
bulduğu anda imha eder. Alt çenesiyle kraliçe pupasının bulunduğu hücreyi
yırtar ve içerideki rakibini sokar. Ya da sadece hücrenin kapağını açık
bırakarak imha işleminin tamamlanmasını diğer işçilere bırakır.
Eğer kovanda başka bir
yetişkin kraliçeye rastlarsa iki arı birbirlerine saldırır ve biri diğerini
sokana kadar mücadele ederler. Sokulan arı ölür. Bu, aslında kovanda sıkça
yaşanan bir olay değildir. Çünkü sadece eski kraliçe çok yaşlı ise veya yeni
bir koloni kurmak için kovandan henüz ayrılmamışsa kraliçeler karşı karşıya
gelir. Genelde kovandaki yeni kraliçe ortaya çıktığında eski kraliçe kovanı
çoktan terk etmiş olur. Kraliçenin rakiplerini öldürmek için bu kadar ısrarlı
davranması kovanın düzeni açısından çok önemlidir. Çünkü kovan disiplininin
sağlanması için bir kovanda yalnızca bir kraliçenin bulunması şarttır.47
Kovanın yeni kraliçesi
hücresinden çıkar çıkmaz hemen eski kraliçenin yerini tutamaz. Çünkü henüz
yumurtlamaya başlamamıştır. Yumurtlayabilmek için kraliçenin öncelikle
çiftleşmesi gerekir. Ancak çiftleşme hiçbir zaman kovan içinde gerçekleşmez.
Kraliçe bir süre sonra kovan dışına çıkar ve çiftleşmek için erkek arılar arar.48
Kraliçe arının kovan
dışına çıktığı iki durum vardır. Çiftleşme uçuşu ve "oğul verme"
zamanı. Bu iki dönem dışında kraliçe kovandan dışarıya çıkmaz.
Çiftleşme uçuşuna
çıkmadan önce kraliçe kovan içinde sürekli dolaşır. 5. ve 6. günlerde sık sık
kovan kapısına gider. Bir hafta dolduğunda ise kovanın konumunu öğrenmek ve
çevreyi tanımak için kısa mesafeli uçuşlara çıkar. Bu uçuşlar bir dakika ile
başlar. Günler geçtikçe uçuş süresi yarım saate kadar çıkar. 49
Kraliçenin Çiftleşme
Uçuşu
Kraliçe çiftleşmek için
kovandan bir grup arıyla birlikte yola çıkar. Bir süre sonra beraberindeki
arılardan ayrılır ve erkek arıların toplandığı alanlara doğru tek başına uçar.
Bu alana belli bir oranda yaklaştığında erkek arıların kendisini bulmalarını
sağlayan bir tür feromon salgılamaya başlar.
Erkek arıların kraliçeyi
fark etmeleri ile gerçekleşen ve "çiftleşme uçuşu" adı verilen bu
uçuş, kraliçe arı pupasından çıktıktan 10 gün sonra gerçekleşir.50 Kraliçe arıların üreme organları, yumurtaları
üreten iki yumurtalık ve çiftleşme uçuşu sırasında erkeğin spermatozoasının
yerleştiği "spermatheca" adı verilen vücudunun arka tarafındaki bir
kesecikten oluşur. Bu kesecik koloninin yeni elemanları olan arıların hayatında
oynayacağı rol nedeniyle son derece önemli bir göreve sahiptir. Erkek ve dişi
arıların çiftleşmesi havada iken gerçekleşir. Döllenmeden sonra kraliçe arı
kovana geri dönerken erkek arılar genellikle hayatlarını kaybederler.
Çiftleşme döneminde
kraliçenin 3-12 arasında uçuş yaptığı ve her defasında başka bir erkek arıyla
çiftleştiği tespit edilmiştir. Tek bir erkek arının spermleri bu keseyi
doldurmaya yetmediği için kraliçe birden fazla erkek arıdan sperm alır.51 Döllenmeden sonra erkek arılardan gelen bütün
spermler sperm kesesinde biriktirilir. Kraliçe, 4-5 senelik ömrü boyunca
çiftleşme uçuşu sırasında edindiği bu spermleri kullanacaktır.52 Döllenmiş bir kraliçe arının keseciğinde
(spermatheca'da) ortalama olarak 6 milyon sperm bulunur.53 Diğer pek çok canlıdaki üreme hücrelerinin aksine
erkek arıların spermleri kraliçenin vücudunda bozulmadan senelerce muhafaza
edilebilecek bir yapıya sahiptir. Bu da arının vücudundaki kusursuz tasarımın
başka bir yönüdür.
Spermler kraliçe arının
vücudunda biriktirilir. Ancak spermler yumurtlama sırasında kendileri gidip de
dölleme yapamazlar. Yumurtaların döllenmesini her aşamasında kontrol eden
kraliçedir. Kraliçe arı bu keseden kendi isteğine göre sperm bırakarak
döllenmeyi düzenler. (Son derece mucizevi olan bu işlem kitabın ilerleyen
bölümlerin dedetaylı olarak incelenecektir.)
Yılda Bir Milyon
Yumurta...
Kraliçe arı çiftleşme
işleminden yaklaşık 2-3 gün sonra, işçi arılar tarafından hazırlanmış olan
hücrelere yumurta bırakmaya başlar. İlkbahar başlangıcından sonbahar ortalarına
kadar süren yumurtlama işlemini, kraliçe arı hayatının sonuna kadar hiç
durmadan devam ettirir .
Bir kraliçe yumurtlama
dönemi boyunca, günde 1500-2000 yumurta yumurtlar.54 Bu sayı gerekli olan hallerde 3000'e kadar
çıkabilmektedir.55
Kraliçenin yumurtlama süratinin ortalaması alınacak olunursa her dakikaya bir
yumurta isabet ettiği görülecektir.
Bir yılda, tek bir
kraliçe arının 1.5 milyondan fazla yumurta bıraktığı tespit edilmiştir.56 Kraliçenin ömrü dikkate alındığında bu, tek bir
kraliçe arının milyonlarca yumurta bırakması demektir. Bundan başka kraliçe
arının bir gün boyunca bıraktığı yumurtaların toplam ağırlığı kraliçenin kendi
vücut ağırlığına eşittir.
Kraliçe arı
yumurtlayacağı zaman, ilk olarak başını petek hücresinin içine sokar ve hücreyi
kontrol eder. Hücrenin boş olduğuna ve yumurtayı bırakması için uygun
özelliklere sahip olduğuna kanaat getirdikten sonra vücudunun arka kısmını
hücrenin içine doğru sarkıtır. Daha sonra uzun yumurtasını hücrenin dibine
dikkatli bir şekilde bırakır. Yumurtlama işlemi biter bitmez de hemen başka
hücrelere doğru yönelir. Bu işlemleri kraliçe arı günde en az 1500 defa
tekrarlar. Yaptığı işlemin yoruculuğuna rağmen aynı titizliği ve dikkati
istisnasız her yumurta bırakışında gösterir.57
Kraliçe, Diğer Arıların
Cinsiyetlerini Nasıl Belirler?
Daha önceki bölümlerde
kraliçenin kovan içindeki arıların cinsiyetini belirleyebildiğinden
bahsetmiştik. Kraliçe, cinsiyet denetimini spermlerin muhafaza edildiği kesenin
ağzını açıp kapayarak sağlar. Bu kese ince bir kanal aracılığıyla yumurtlama
borusu ile birleşir. Kraliçe, dişi bir yumurta yumurtalamak istediği zaman,
kaslarını bükerek yumurta geçit kanalına bağlı olan kesecikte depolanmış
spermlerden çok az miktarını tüpe doğru çeker ve orada yumurta ile buluşup
döllenmeyi sağlar. Eğer keseden sperma çıkarmazsa yumurta döllenmemiş olur.
Kraliçenin denetiminde olan bu işlem neticesinde
kraliçenin döllendirdiği yumurtalardan
dişi arılar, döllendirmediği yumurtalardan ise yalnızca erkek arılar çıkar.58
Kraliçe arının nasıl
olup da böyle bir sisteme sahip olduğunu ve cinsiyeti neye göre belirlediğini
araştıran bilim adamları son derece şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır.
Buna göre cinsiyet belirleme işleminde, kraliçe arının yumurtalar üzerindeki
denetimine rağmen gerçekte yumurtanın cinsiyetini belirleyenler işçi arılardır.
Kraliçeyi onlar yönlendirirler. Çünkü işçiler hangi tip hücre hazırladılarsa
kraliçe arı ona uygun bir yumurtlama gerçekleştirir. Eğer kraliçenin
yumurtlamak için başına geldiği hücre 5.2 mm.lik standart bir dişi hücresiyse,
kraliçe döllenmeyi gerçekleştirip buraya içinden dişi arı çıkacak yumurtayı
bırakır. Eğer kraliçe dişilerinkine göre 1 mm. daha büyük olarak inşa edilen
hücrelere rastlarsa buralara döllendirmeye tabi tutmadığı yumurtalarını
bırakır. Diğer bir deyişle, işçiler kaç tane erkek arı odası inşa ederlerse
kraliçe balarısı da o kadar erkek arı yumurtası bırakır.59
Hücrelerin sayısını
ayarlayanlar da işçi arılardır. Kovandaki ihtiyaca göre ne kadar işçi, ne kadar
erkek hücresi gerektiğine ya da kovan içinde bala veya polene ne kadar yer
ayrılacağına işçi arılar karar verirler.60
Görüldüğü gibi işçiler
ihtiyaca göre kovandaki hücre sayısını belirlemekte, bu sayıya göre hücre
boyutlarını hazırlamakta ve kraliçeyi bu şekilde yönlendirmektedirler. Bu
şaşırtıcı durum karşısında akla birtakım sorular gelecektir. Bir böceğin
milimetrik hesaplar yaparak, kendi kendine hücre büyüklüğü belirlemesi mümkün
müdür? Peki ya bir böceğin başka bir böceğin hareketlerini yönlendirmesi mümkün
müdür? Elbette ki bunlar mümkün değildir. Arılar son derece küçük beyinleri
olan canlılardır. Düşünme, muhakeme yapma, hesap yapabilme gibi özelliklere
sahip değildirler. Bu durumda arıların yaptıkları hareketlerin kontrolünün
başka bir güç tarafından sağlandığı ortaya çıkmaktadır. İşte bu gücün sahibi
herşeyi yaratmış olan Allah'tır. İşçi arıların kraliçeler üzerindeki
denetimlerinin nedeni her iki canlının da Allah'ın ilhamıyla hareket ediyor
olmalarıdır. Allah her iki canlıya da nasıl hareket edeceklerini öğretendir.
İşçi arıların kraliçe
üzerindeki denetimlerinin bir delili de kraliçe arının yeni kraliçeler için
yumurta bırakmasıdır. Bu, son derece şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü kraliçe arı
kendisinden başka bir kraliçenin kovanda bulunmasına asla tahammül edemez. Buna
rağmen kovanda işçiler tarafından özel olarak inşa edilmiş kraliçe hücreleri
bulduğunda bunların içine yumurta bırakır.
Burada dikkat edilmesi
gereken önemli bir nokta vardır. Kraliçe hücreleri de erkek arılarda olduğu
gibi, işçi hücrelerine oranla daha büyüktür. Bu durumda kraliçe arının her iki
hücreyi birbirine karıştırma riski ortaya çıkmış olur. Oysa kraliçe bu
yanılgıya hiçbir zaman düşmez. Kraliçe arı her zaman doğru hücreye doğru
yumurtayı bırakır. Örneğin kraliçe hücrelerine daha büyük olan erkek arıların
çıkacağı yumurtadan değil de dişi arıların çıkacağı yumurtadan bırakır.
Şimdi burada durup bir
düşünelim. Arıların hayatında şu ana kadar incelediğimiz tüm detaylar son
derece şuurlu davranışların, kusursuz sosyal düzenlerin, bu düzenlere tam uygun
olan tasarımların varlığını göstermektedir. Bir arının kovan ölçülerindeki
milimetrik değişiklikleri kendi kendine tespit edip, bu değişikliklere göre
yumurtanın cinsiyetine karar veremeyeceği açıktır. Öncelikle şunu düşünmek
gerekir: Bir kolonide kaç işçi arı, kaç erkek arıya ihtiyaç olduğunu, ne zaman
yeni bir kraliçenin var olması gerektiğini tespit eden kimdir? Petekleri inşa
eden arıların aklı ve bilinci mi bu düzeni sağlamaktadır? Ya da şunu düşünelim:
Kraliçe arı dediğimiz canlı, birkaç cm.lik, beyni basit sinir düğümlerinden
oluşan bir varlıktır. Bu canlının kendi iradesi ve aklıyla, petek hücrelerinin
ne için inşa edildiğini kavraması ve bunları hiçbirbirine karıştırmadan, en
uygun yumurtlamayı yapması nasıl mümkün olmaktadır? Tüm bunların sonucunda
karşımıza çıkan, arılar üzerinde kusursuz bir denetimin varlığıdır. Ama bu
denetim on binlerce işçi arıdan birkaçının veya kraliçe arının denetimi
değildir. İşte bu denetim Allah'ın ilhamıdır. Arılar da diğer tüm canlılar gibi
Allah'ın ilhamıyla hareket ederler ve buraya kadar söz ettiğimiz kusursuz
düzeni sürdürebilirler. Nitekim Allah onların vücut sistemlerini de tam olarak
yaşadıkları hayata uygun şekilde yaratmıştır. O, herşeyin Yaratıcısı'dır:
Yaratan, hiç yaratmayan gibi
midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)
Gökleri ve yeri (bir örnek
edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca
"Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Kraliçenin Otorite
Salgısı
Normal şartlar altında
işçiler kraliçe hücresi inşa etmez. Kovandaki kraliçenin varlığı bunu engeller.
Yalnız istisnai durumlarda bu değişir. İşçilerin başlarında bir kraliçe varken
hangi sebeple yeni bir kraliçe hücresi hazırlama ihtiyacını duyduklarını
anlamak için kraliçe salgısının incelenmesinde fayda vardır.
Kovandaki işçi arıların
tümü dişidir, buna rağmen üreme organları gelişmediği için kraliçe gibi
yumurtlayamazlar. Bu ilginç durumun nedeni uzun yıllar bilim adamları için bir
merak konusu olmuştur. Daha önce larva dönemindeki beslenme farklılığı
nedeniyle dişi larvaların kraliçe veya işçi olarak dünyaya geldiğinden söz
etmiştik. Aslında ilk doğduklarında işçi arıların da üreme organları vardır.
Ama bunlar bir türlü gelişip yumurtlamaya elverişli hale gelemezler. Bunun
sebebini araştıran bilim adamları sonunda aradıkları cevabı bulmuşlardır.
Cevap, kraliçenin
salgıladığı bir sıvıda gizlidir. Bu sıvının özelliği bir yandan kraliçenin
hayatta ve sağlıklı olduğunu diğer arılara bildirirken, diğer taraftan da
kolonideki tüm dişileri kısırlaştırmasıdır. Koloni fertlerinin birbirini
tanımasını sağlayan da yine bu salgıdır.61 Kraliçenin alt çene bezlerinden çıkan ve sütü
andıran bu salgının formülü şöyledir:
Salgının arılar
üzerindeki başka bir etkisi de; kovan içinde bu madde bulunduğu müddetçe işçi
arıların kraliçe hücresi hazırlamamalarıdır.
Kovandaki disiplini
sağlayan bu maddedir. Bu nedenle kovan içindeki işlerin tam yürümesi için
kraliçe arının her gün kovandaki arıların tümüne yetecek kadar salgı üretmesi
gerekmektedir. Bu miktarın arı başına ortalama 0.1 mg olduğu tespit edilmiştir.62 Kraliçenin yaydığı bu kokunun (kraliçe kokusu)
kovan içindeki bütün arılara yayılması gerekmektedir. Kraliçe kovandaki düzenin
sağlayıcısıdır ama elbette ki on binlerce arının her biriyle tek tek
ilgilenmesi mümkün değildir.
Kraliçe kokusunun
kovanda yayılması kraliçenin sürekli olarak etrafında bulunan ve bakımını
sağlayan bir düzine kadar arı aracılığıyla olur. Bunlar sıvıyı kraliçenin
vücudundan yalayarak alır ve yiyecek transferi sırasında bu kokuyu başka
arılara bulaştırırlar. Bilindiği gibi arıların besin aktarımı ağız yoluyla
olur. İşte bu besin aktarımları sırasında kraliçenin salgıladığı koku da hızla
koloni üyeleri arasında dağıtılmış olur. Bu sayede her kovan için farklı olacak
şekilde kovandaki arı kolonisinin tüm bireylerine sinmiş olan ortak bir koku
oluşur.
Salgıda oluşacak
herhangi bir azalma işçi arıları harekete geçirir. Çünkü kraliçe salgısının
azalması, kraliçenin yaşlandığının veya koloninin çok fazla büyüdüğünün işareti
sayılır. Her iki durumda da işçi arıların almaları gereken bazı önlemler
vardır. 63
Kraliçe Arı Yaşlanınca...
Kraliçe arının yaşı
ilerledikçe gücü de zayıflar ve bunun sonuçları kovan içinde görülmeye başlar.
Örneğin kraliçenin yumurtlaması yavaşlar ve en önemlisi salgıladığı özel sıvı
azalır. Bu belirtiler işçi arılar için de bir işarettir. Bilindiği gibi işçi
arıları yeni kraliçe yetiştirmekten alıkoyan
kraliçenin salgıladığı bu sıvıdır. Bunun azalmasıyla birlikte işçiler
hemen yeni kraliçe hücreleri inşa etmeye başlar ve yeni kraliçeler yetiştirmek
için harekete geçerler. Kovandaki şartlar normal seyrinde ilerlediği sürece bir
arı topluluğunun beklenmedik bir anda kraliçesiz kalması söz konusu değildir.
Çünkü şartlar aniden değişip de koloninin kraliçesiz kalma tehlikesi ortaya
çıktığında, işçi arılar hemen var olan larvalardan birkaç tanesini kraliçe
besini ile beslemeye başlarlar.64
Burada yine son derece
önemli bir nokta vardır. Daha önce belirttiğimiz gibi kraliçe arı olarak
yetiştirilen larvaların hücreleri normal şartlarda diğerlerine oranla daha
geniş hazırlanır. Oysa ani durumlarda kraliçe arı olarak yetiştirilmek zorunda
kalınan larvaları daha büyük boyutlarda bir hücreye taşımak gibi bir imkan
yoktur. Bu arıların hücreleri normal boyutlardadır. Aslında bu, yeni
yetiştirilen kraliçelerin gelişiminde problem yaratabilecek bir durumdur. Ama
arılar açısından bu bir sorun oluşturmaz.
İşçi arılar ani
durumlarda kraliçe olarak yetiştirilmek üzere seçilmiş olan larvaların
bulundukları hücrelerin çevresindeki diğer hücreleri yırtmaya başlarlar.
Amaçları normal hücreleri genişleterek kraliçe hücresi haline getirmektir. Her
yeni kraliçe hücresi için birkaç tane işçi hücresi bozulur. Tabi bu arada bu
hücrelerdeki larvalar da ölürler.65
Ancak bu kaybın kovan
açısından bir önemi yoktur, çünkü işçi arıların bu hareketi tüm bir arı
kolonisinin devamının sağlanması bakımından gereklidir. Arılar birkaç işçi arı
yerine bir kraliçe arı adayının yaşamasını tercih ederler. Kraliçe hücresinin
bu şekilde hazırlanmasından sonra, yeni kraliçe adayları, işçiler tarafından
arı sütü ile beslenecektir.
Özel olarak yetiştirilen
kraliçe, bir süre sonra hücresinden çıkar ve rakiplerini yok etme işlemlerine
başlar.
Kraliçe arı hücresinden
ilk çıktığı andan kovanı terk edene kadar ne yapacağını çok iyi bilmektedir.
Kraliçe arının belli bir amaca yönelik şuurlu hareketlerinin, bu amacına
ulaşması için gerekli olan her türlü donanıma eksiksiz sahip olması gibi
detayların tek bir açıklaması vardır. Arılar Allah'ın kendilerine ilham ettiği
bir şuura sahiptir ve O'nun dilemesiyle bu hareketleri yapmaktadırlar.
ERKEK ARILAR
Her arının çok fazla
görevinin olduğu arı kolonilerindeki tek istisna erkek arılardır. Erkek arılar ne
kovanın savunmasına, ne temizliğine, ne de besin toplamaya bir katkıda
bulunurlar. Erkek arıların kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçe arıyı
döllemektir.66
Çiftleşme organları dışında diğer arılarda bulunan özelliklerin hemen hemen
hiçbirine sahip olmadıkları için erkek arıların kraliçe arıyı döllemekten başka
bir iş yapması mümkün değildir. Dişi arılar ve erkek arılar arasında çok
belirgin farklılıklar vardır. Bu farklardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
-Dişi arıların polen
keseleri vardır, erkeklerinse yoktur.
-Dişi arıların zehirli
iğnesi vardır, erkeklerde ise yoktur.
-Dişi arıların
ayaklarında polen toplamaya yarayan fırçalar, karınlarında tüyler vardır,
erkeklerde bunlar yoktur.
-Dişi arıların balmumu
bezleri vardır, erkeklerde yoktur.
-Dişi arılar petek inşa
eder, erkekler edemezler.
-Dişi arılar yön
bildirme dansı gibi yeteneklere sahiptir, erkeklerin ise böyle yetenekleri
yoktur.
-Dişi arılar besin
toplayabilir, erkekler toplayamaz.
-Dişi arılar dadılık
yapar, erkek arılar yapamazlar.
Kış mevsiminde kovanda
yalnızca dişi arılar bulunur. Çünkü erkek arılar kış gelmeden ya kovandan
atılır ya da öldürülür. Ancak kış mevsiminin bitmesiyle birlikte işçi arılar
erkek petek hücreleri inşa etmeye başlar. Kraliçe arı da bu hücrelerin içine
erkek arıları oluşturacak yumurtalarını bırakır. Mayıs ayı başlangıcında da
erkek arılar hücrelerinden çıkmaya başlar.67
Genelde bu aylar eski
kraliçenin yeni koloniler kurmak için kovandan ayrıldığı ve kovanlarda yeni
kraliçelerin yetiştirildiği aylardır. İşte bu dönemde yeni kraliçenin
yumurtlayabilmesi için çiftleşme uçuşuna çıkması gerekmektedir. Bu da işçilerin
erkek arı yetiştirme nedenlerinden bir tanesidir.
Erkek arılar son derece
beceriksiz olmalarına rağmen kraliçeyle çiftleşene kadar işçi arılar tarafından
hep el üstünde tutulurlar. Kovanda bulunan 400-500 erkek arıdan sadece birini
beslemek için, 5-6 işçi arının hiç durmadan çalışması gerekmektedir. Yani bir
kovandaki işçi arılardan 2-3 bin tanesinin belli bir dönem için tek görevi
erkeklerin bakımını sağlamaktır.
Aslında kraliçe arının
çiftleşmesi için en fazla 10 erkek arı yeterlidir. Buna rağmen bir arı
topluluğunda yüzlerce erkek arı yetişir. Kovanda yapılacak işlerin çokluğuna
rağmen işçi arıların bir bölümü tüm vakitlerini erkek arıların bakımına harcarlar.
Bu, son derece önemli bir görevdir. Çünkü kraliçe arı çiftleşme uçuşu için
dışarı çıktığında mutlaka erkek arı bulmak zorundadır. Arıların yusufçuk gibi
düşmanlarının olduğu ve erkeklerin kendilerini savunabilecekleri zehir ve iğne
gibi silahlardan yoksun oldukları düşünülürse çok sayıda olmalarının önemi daha
iyi anlaşılacaktır.
Hiçbir işe
yaramamalarına rağmen erkek arılara belli bir dönem için işçi arılar tarafından
özenli bir bakım uygulanması, bütün kovanın güvenliği açısından alınmış oldukça
önemli bir tedbirdir. Elbette ki bu tedbirin alınmasının çok önemli bir amacı
vardır. Amaç kovanın devamlılığının sağlanması, kraliçenin çiftleşmesinin riske
atılmamasıdır. Bu durumda akla arıların bu önemli kararı nasıl aldıkları sorusu
gelecektir. Arılar bu stratejiyi oturup topluca mı belirlemişlerdir? Yoksa
bunun böyle olması gerektiğini tesadüfen keşfetmişler ve bunun iyi bir strateji
olduğunu bir şekilde anlayarak devam ettirmeye mi karar vermişlerdir?
Elbette ki arılar
bunların hiçbirini kendi kendilerine yapamazlar ve böyle bir kararı veremezler.
Arıların karar verme mekanizmaları, strateji belirleyip daha sonra da bunu
uygulamaya geçirecek bilinçleri yoktur. Onlar da yeryüzündeki bütün canlılar
gibi Allah'a boyun eğmişlerdir.
Erkek arıların sayısı
kısıtlı olsa döllenme işleminin gerçekleşmesinde çeşitli problemler ortaya
çıkabilirdi. Örneğin erkek arılardan bir kısmı kraliçeyi bulamayabilirdi ya da
çok fazla sayıda olan düşmanlara yem olabilirlerdi. Bu da kraliçenin sperm
kesesini yeteri kadar dolduramamasına ve dolayısıyla kovanda yeteri kadar arı
üretilememesine neden olabilirdi. Oysa böyle olmaz. Her zaman kovanda yeteri
kadar erkek arı bulunur. Allah'ın kendilerine ilham ettiğini uygulayan arılar
kovanda gezinen ve hiçbir işle ilgilenmeyen erkek arılara çiftleşme döneminin
sonuna kadar bakarlar.
Erkek Arılardaki Tasarım,
Çiftleşme ve Sonrası
Erkek arılar, doğduktan
2 hafta kadar sonra kovan dışına çıkarak kraliçe arıyı aramaya başlarlar. Erkek
arıların çiftleşme döneminde kraliçenin salgıladığı maddenin yeni bir işlevi
daha ortaya çıkar. Erkek arılar çiftleşme uçuşuna çıkan kraliçeyi işte bu madde
sayesinde bulurlar. Erkek arıların kovandaki dişi arılara (işçi arılar ve
kraliçeye) göre anatomik yönden bazı üstünlükleri vardır. Örneğin erkeklerin
gözleri işçilere göre daha fazla (8-10 bin) parçadan oluşur. Antenlerindeki
koklama organlarında ise çok daha fazla (2.600 tane) gözenek vardır.68 Ayrıca kanatları da işçilere göre daha
kuvvetlidir.
Dikkat edilecek olunursa
erkeklerin diğer arılara göre farklı olan tüm özellikleri belli bir amaca
yönelik tasarlanmış özelliklerdir. Bu amaç erkek arıların kraliçeyi kolay
bulabilmeleridir. Erkeklerin kraliçeyi aramaları sırasında uzun süre
yükseklerde uçabilmelerini ve kraliçenin kokusunu çok uzaklardan algılayabilmelerini
sağlayacak sistemlere ihtiyaçları vardır. Ve erkek arılarda, kovandaki diğer
bütün arılardan farklı olarak bu özellikler mevcuttur.
Her canlının kendisi
için gerekli olan özelliklere sahip olması evrende var olan kusursuz düzenin
göstergelerinden yalnızca bir tanesidir. Böyle bir düzenin tesadüfen
oluşamayacağı kesin bir gerçektir. Her canlıyı ihtiyacı olan özelliklerle
birlikte yaratan üstün güç sahibi olan Allah'tır. Tüm evrene hakim olan bu
düzen Allah'ın sınırsız yaratma gücünün delillerinden yalnızca bir tanesidir.
Erkek Arıları Bekleyen
Son
Kraliçe arı ile erkek
arının buluşması genellikle yükseklerde gerçekleşir. Erkek arılar 4.5 metreden
alçakta kraliçeye yaklaşamazlar. Çiftleşme ile birlikte erkek arının sperm
keseciği dahil olmak üzere tüm erkeklik organları vücudundan kopar ve erkek
arılar çiftleşmeyi gerçekleştirir gerçekleştirmez ölürler.69 Kraliçeyle çiftleşmeyi başaramayan diğer
erkeklerin de çok fazla ömrü kalmamıştır. Erkek arılar yalnız ilkbaharda ve yaz
başlangıcında yaşar sonra işçi arılar tarafından imha edilirler. Çiftleşme
uçuşunun zamanı geçip, yazın sıcaklarıyla beraber çiçeklerin nektarları da
azalmaya başlayınca işçilerin erkeklere karşı davranışları da tamamen değişir.
İşçi arılar, erkek arılara çiftleşme döneminde büyük bir özenle baktıkları
halde, bu dönemin sona ermesiyle birlikte erkeklerin kanatlarını yolmaya ve
onlara saldırmaya başlarlar. Eğer erkek arılar birşey yemek isterlerse, işçi
arılar onları kuvvetli çeneleriyle, antenlerinden veya bacaklarından tutarak
kovan kapısına sürükler ve dışarı atarlar.
Kovan dışına atılan
erkek arılar çok kısa bir süre içinde açlıktan ölürler. Çünkü kendi besinlerini
kendileri bulma kabiliyetinden yoksundurlar. Bunun için ısrarla tekrar kovana
girmek isterler. Fakat yine işçi arıların ısırmaları ve hatta ölümlerine sebep
olacak zehirli iğneleri ile karşılaşırlar. Erkek arılar işçi arılara oranla
daha iri olmalarına rağmen bu saldırıya karşı koyamazlar.70 Erkek arıların kovandan çıkarılmasından, gelecek
senenin ilkbaharına kadar geçen süre boyunca dişi arılar (kraliçe ve işçiler)
kovanda kendi kendilerine kalırlar.
Şimdi burada erkek
arıların durumunu, evrimci iddiaları göz önünde bulundurarak değerlendirelim.
Biraz önce anlattığımız gibi, erkek arılar çiftleşme uçuşunun ardından kısa
süre içinde ölürler. Bu, evrimci iddialarla açıklanması mümkün olmayan bir
davranıştır. Erkek arının ölümü göze alarak soyunu devam ettirmek üzere
çiftleşme uçuşuna çıkması, "yaşam mücadelesi" kavramıyla taban tabana
zıttır. Eğer evrimin doğada var olduğunu iddia ettiği mekanizmalar var olsaydı,
erkek arılar şu ana kadar çoktan kendi lehlerinde olacak bir evrimsel süreç
geçirirlerdi. Oysa milyonlarca yıldır erkek arılar, sonunun kendileri için ölüm
olacağını bilerek çiftleşme uçuşuna çıkmaktadırlar.
Kısacası evrim
teorisinin herhangi bir iddiası ile, balarıları arasında yaşanan böylesine bir
fedakarlık örneğinin açıklanması mümkün değildir. Bir canlının kendi can
güvenliğini bir kenara bırakıp, içinde yaşadığı grup üyelerinin güvenliğini ve
rahatını sağlamaya çalışmasının tek bir açıklaması olabilir: Arı kovanında
yaşanan düzen, üstün akıl sahibi bir tasarımcı tarafından belirlenmiş ve bu
tasarımcı kovandaki her arıya birbirinden farklı görevler vermiştir. Kovanda
yaşayan arılar, kendilerine verilen bu görevlere uygun davranır ve gerekirse bu
uğurda kendilerini feda ederler. Önemli olan grubun düzeninin devamıdır; bunun
için gereken fedakarlık da, bilinç ve muhakemeden yoksun arıların iradesiyle
değil, onları yöneten iradenin isteğiyle gerçekleşebilir. Yani erkek arılar
kendilerini yaratmış olan Allah'ın emrine uyarak çiftleşme uçuşuna çıkmakta ve
ölümleri pahasına kovanın varlığının sürdürülmesini sağlamaktadırlar.
Kovanda Nüfus Planlaması
Kovandaki özel sistem
sayesinde binlerce dişi arı, hiçbir işe yaramayan erkek arılara kış boyunca
bakmak yerine, kovan içindeki ve dışındaki daha faydalı işlerle uğraşırlar. Arı
kolonisinin devamı için kış aylarında ayakta kalmak çok önemlidir. Daha fazla
birey, daha fazla besin stoğu gerektirecek, bunun için daha fazla petek
üretilmesi ve dolayısıyla daha çok çaba gerekecektir. Üstelik erkekler dişilere
göre oldukça iridir ve bakımları da o oranda zahmetlidir.
Arılar gerekli
durumlarda sadece erkekleri imha etmekle kalmaz eğer yiyecek stokları
yetersizse yumurtaları ve larvaları da imha edebilirler. Bu, arıların koloninin
sayısını düşürmek için uyguladıkları bir yöntemdir.
Arılar kovanda nüfus
planlaması yaparken kademeli olarak ve denetimli bir şekilde larva veya pupa
aşamasındaki yeni bireyleri de yok edebilirler. Bu yöntemle nüfuslarını 1/5
oranında azalttıkları gözlenmiştir.71
Buraya kadar anlatılan
konularda da görüldüğü gibi arıların hayatında kusursuz bir denetim ve düzen
söz konusudur. Arıların her türlü ihtiyaçlarını karşılayabildikleri kovan
düzeni, arıların Allah tarafından yaratıldıklarının bir göstergesidir.
Allah yarattığı tüm
canlıları bir hikmet üzerinde yaratmaktadır. Akıl sahibi insanlara düşen de bu
canlılar üzerinde düşünüp hikmetleri görebilmek ve sonuç çıkarabilmektir.
ARILARIN HABERLEŞME YÖNTEMLERİ
Hak Melik olan Allah pek Yücedir, O'ndan
başka İlah
yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir. (Mü'minun Suresi, 116)
yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir. (Mü'minun Suresi, 116)
Bilim adamları, on
binlerce arının yaşadığı kovanlardaki düzenin nasıl sağlandığı sorusunun
cevabını bulabilmek için yıllardan beri pek çok araştırma yapmışlardır. Bu
konuyla ilgili pek çok akademik çalışma da sürdürülmüştür. Örneğin arılar
konusunda en önde gelen uzmanlardan olan, Münih Üniversitesi profesörlerinden
Avusturyalı zoolog Karl von Frisch The Dance Language and Orientation of
Bees (Arıların Dans Lisanları ve Yön Bulmaları) adlı 350 sayfalık kitabını
sadece arılardaki haberleşme konusuna ayırmıştır.
SAĞIR ARILAR NASIL
ANLAŞIR?
Arılar çoğu zaman
yiyecek bulmak için uzaklara giderek geniş alanları taramak zorunda kalırlar. Yeni
bir besin kaynağı bulan arı, koloninin diğer üyelerine haber vermek üzere hemen
kovana geri döner. Kısa bir süre sonra koloninin diğer üyeleri besin kaynağının
etrafında uçmaya başlayacaktır.
Arılar sağırdırlar ve bu
nedenle birbirleriyle sesli bir iletişim kuramazlar.72 Buna rağmen yiyecek kaynağının yerini koloninin
diğer üyelerine hiç şaşırmadan bulacakları şekilde tarif edebilirler. Tarif
yöntemleri ise alışılmışın dışındadır.
Arıların buldukları
yerleri birbirlerine nasıl haber verdiklerini araştıran bilim adamları son
derece şaşırtıcı bir durumla karşılaşmışlardır. Arılar tarif etmek istedikleri
yeri "dans ederek" diğerlerine anlatırlar. Yiyecek kaynağının
bulunabilmesi için kaynağın kovana uzaklığı, doğrultusu, zenginliği gibi
gerekli olabilecek her türlü bilgi bu dansta gizlidir.
Yiyecek kaynağını
keşfeden arı kovana döner ve diğer arıların dikkatini çekecek şekilde sürekli
olarak belli hareketleri tekrarlamaya başlar. Arının genel davranışlarından
yiyecek kaynağı ile ilgili tüm bilgiler elde edilebilir. Örneğin polen toplamış
olan bir arı kovana döndüğünde sadece yükünü arkadaşlarına devredip geri uçarsa
bu, "arının faydalandığı kaynak bilinen bir kaynaktır veya
verimsizdir" anlamına gelmektedir. Suyun kısıtlı olduğu zamanlarda ise bu
dans su kaynağının yerini göstermek için de kullanılır.73
Arıların Dansları
Arı dansının iki ayrı
şekli vardır. Dansın biçimi, yiyecek kaynağının uzaklığına göre değişiklik
gösterir.
"Daire dansı"
olarak adlandırılan dans en sık rastlanan danstır ve kaynağın uzaklığını ve
yönünü belirtmez. Yalnızca işçilere yuvanın yakınlarında 15 metreden daha yakın
mesafede bir kaynak olduğunu bildirir. Bu dans sırasında yakında bir kaynak
keşfeden işçi arı ilk önce yuvanın içindeki işçilere nektar verir ve ardından
dansa başlar. Diğer arılar daha sonra bu dansa eşlik ederler. Dansçı tekrar
tekrar küçük daireler çizer. Her 1-2 turdan sonra, bazen de daha sık
aralıklarla ters döner. Saniyelerce ya da bir dakika kadar süren bu dansta 20
kadar tur olur. Sonra tekrar dansçı ile yuvadaki arılar arasında bir nektar
değişimi olur. En sonunda dans sona erer. Dans eden arı başka bir besin aramak
üzere yuvayı terk eder. Karl von Frisch yaptığı bir deneyde dansçı ile ilişki
kuran 174 işçiden 155'nin 5 dakika içinde besin kaynağını doğru bulduklarını
göstermiştir.74
Arılar dans ederek
yaptıkları tariflerini karanlık bir kovanda, peteklerin üzerindeyken yaparlar.
Bu, aralarında kusursuz bir iletişim olan arıların yeteneklerinin daha iyi
anlaşılması bakımından unutulmaması gereken önemli bir detaydır. Arılar
çevrelerinde toplanan diğer arılara, yiyecek kaynağı hakkında gerekli
olabilecek tüm bilgileri karanlıkta verirler. Peteklerin üzerinde yaptıkları
hareketler karanlık olmasına rağmen diğer arılar tarafından doğru olarak
algılanır ve hemen uygulamaya geçirilir.
Arılar yuvadan 15 metre
kadar uzaklıktaki besin kaynakları için daire dansını kullanırken, 25-100 metre
arasındaki besin kaynakları için de bir geçiş dansı olan sallanma dansını
kullanırlar. Bundan başka balarıları yuvadan 100 metreden daha uzak kaynaklar
için kaynağın uzaklığını, yönünü ve niteliğini bildiren kuyruk dansı ile
iletişim kurarlar. Bu dans aynı zamanda "8 rakamı dansı" olarak da
adlandırılır.
Arılar besin kaynağından
kovana döndüklerinde peteğin üzerinde bu dansı yaparlar. Bu dansta işçiler adım
atarken bir yandan da karınlarını titretirler. Hareketlerinin karakteristik
şekli 8 rakamına çok benzer. Tipik bir kuyruk dansında arı kısa mesafe için
dümdüz bir hat üzerinde hareket eder. Vücudunu saniyede yaklaşık olarak 13-15
defa bir yandan diğer yana doğru sallar.
Arının düz olarak
geçtiği bu yolun, kovanı yukarıdan aşağıya doğru kesen (hayali) dikmeye yaptığı
açı, besin kaynağının Güneş'e olan açısını verir. Dans ederken yere tam dik
gelen üst kısım sembolik olarak Güneş'i göstermektedir. Eğer arı kovanıyla
besin kaynağını ve kovanla Güneş'in hemen altındaki ufuk çizgisini birleştiren
bir çizgi çizilirse, iki çizgi arasında oluşan açının sallanma dansının
açısıyla aynı olduğu görülür. Arılar tıpkı bir inşaaat mühendisi gibi bölgeleri
üçgenlere bölme işlemini yapabilmektedirler.75
Kuyruk dansında yapılan
sallanma hareketi boyunca arının karnı en önemli organdır. Kaslara ve iskelete
ait titreşimlerden kaynaklanan bir vızıltı sesi çevreye yayılır. Arı düz olarak
aldığı her yolun sonunda bir dönüş yapar ve başlangıç noktasına doğru yarı
dairesel şekilde döner. Daha sonra tekrar düz bir hat üzerinde ilerler ve tam
ters yöne doğru bir dönüş yapar. Çember dansında olduğu gibi kuyruk dansı da
dansçının durması ve midesindeki balı yakınlardaki işçilere dağıtmasıyla sona
erer. Dansı izleyenler 0.1- 0.2 saniye süren kısa süreli bir titreşim
çıkarırlar. Bu titreşim dansçının durmasına ve vızıldayan arıyla besin
değişimine sebep olur. Hem nektar hem de polen toplayıcıları aynı şekilde dans
ederler.
Bu dansı izleyen işçiler
besin kaynaklarının yerini rahatlıkla tespit edebilirler. Uzaklığı belirten
dansın özelliklerinden biri de, her 15 saniyedeki dönüş sayısıyla ölçülen dans
temposu ve düz bir hat boyunca yapılan sallanma hareketleri ve vızıldamalardır.
Dansın temposu, daha uzaktaki besin kaynakları için yavaşlar, yakındaki besin
kaynakları için hızlanır. Yine daha uzak mesafedeki kaynaklar için düz hatta
geçirilen süre artar.76
Ancak kaynağın yönünü
bilmek tek başına bir işe yaramaz. İşçi arıların balözü toplayabilmeleri için,
ne kadar uzağa gitmeleri gerektiğini de bilmeleri gereklidir. Kovana dönen arı,
diğer arılara, yine belirli vücut hareketleriyle çiçek polenlerinin bulunduğu
uzaklığı da anlatır.
Dans boyunca diğer
işçiler, tarifi yapan arının etrafında kümelenir ve her hareketini takip
ederler. Ayrıca dansçının titreşen karnına antenleri ile dokunurlar. Bu hareket
çok önemlidir, çünkü arının havada oluşturduğu kesintili akım besin kaynağının
uzaklığını bildirir. Arının gövdesinin alt kısmını sallaması sayesinde hava
akımları oluşur. Diğer arılar da antenleri ile bu akımları algılar ve
gidecekleri besin kaynağının uzaklığını bu sayede tespit ederler.77 Örneğin arı 250 m. uzaklıktaki bir yeri tarif
etmek için yarım dakikalık bir süre içinde vücudunun alt kısmını 5 kez sallar.
Yaptıkları bu danslarla arıların 9-10 kilometreye kadar varan bir alandaki
besinlerin yerlerini birbirlerine bildirdikleri gözlenmiştir.
Arılara gerekli olan
bilgilerden bir tanesi de kaynakta bulunan besinin niteliği ile ilgilidir. Bu
bilgiyi de dansı yapan toplayıcı arının üzerine sinen koku sayesinde edinirler.
Toplayıcı arılardan elde
edilen bu bilgiler doğrultusunda diğer arılar kolaylıkla besinin yerini
bulurlar. Besin kaynağının başına çok fazla arı toplanması kovanda dans eden
arıların sayısı ile de doğrudan bağlantılıdır. Tek bir arının dansı ile tüm
kovan harekete geçmez. Öncelikle koloniden bir grup arı öncü olarak gider. Bu
öncü grup uçuştan döndüğünde onlar da dans ediyorsa daha fazla arı hedefe doğru
yönelir. Buldukları kaynak ne kadar iyi ise, o kadar daha uzun süre dans
ederler ve daha fazla takipçi arı toplarlar. Böylece koloninin toplayıcı
takımının dikkati daima en verimli besin kaynağına doğru yönelmiş olur.
Bulunan besin kaynağının
verimsiz olması durumunda da arılar dans ederler. Yalnız buradaki tek fark
arıların dansının isteksiz olması ve daha kısa sürmesidir. Bu durum kovandaki
diğer arılara da yansır, dansçıların başına toplanan arılar kısa bir süre
içinde dağılırlar. Bu durumda yeni bir ekip besin aramak için çıkar.
Şimdi burada durup biraz
düşünelim. Yukarıda detaylarıyla ele aldığımız dansı gerçekleştiren canlılar
balarılarıdır. Yani insanların sokağa çıktıklarında, bahçelerinde yürürken,
balkonlarında otururken sık sık rastladıkları, birkaç santim büyüklüğündeki
böceklerdir. Burada ilginç bir çelişki vardır. İnsanlar balarılarını sıradan,
her yerde bulunan böcekler olarak değerlendirirler ama buraya kadar
anlattıklarımız ancak çok keskin bir bilinçle gerçekleştirilebilecek
olaylardır. Arıların dansla yaptıkları tarifi bir insanın yapmasını istesek, bu
kadar başarılı olması mümkün olmaz. Çünkü bir insan akıl ve bilinç sahibi
olmasına rağmen, böylesine ince hesapları teknik ölçüm aletleri olmadan
yapabilecek bir yeteneğe sahip değildir.
O halde arılara bu
bilinçli davranışları öğreten kimdir? Arılar bu davranışları diğer arılardan
öğrenmezler, yaşamlarında böyle bir eğitim dönemine rastlanmaz. Onlar tüm
bunları zaten bilerek, zamanı geldiğinde uygulayabilecek şekilde dünyaya
gelirler. Ve bu durum yeryüzünün her yerinde, milyonlarca yıldır yaşayan tüm
balarıları için geçerlidir.
Bu durumda vicdan sahibi
bir insanın asla inkar edemeyeceği büyük bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu
görürüz: Tüm canlıların Yaratıcısı olan Allah, balarılarını da kusursuzca var
etmiş ve onlara böylesine bilinçli davranışları öğretmiştir. Balarıları Nahl
Suresi'nde haber verildiği gibi Rabbimiz'in kendilerine ilhamı ile hareket
etmektedirler.
Arıların dans ederek
yaptıkları tarifin öneminin tam olarak anlaşılması için kovan içinde arıların
yaptıkları hareketlerin ve ortamın düşünülmesi gerekmektedir. Evrimci bir yazar
olan Marian Stamp Dawkins, Hayvanların Sessiz Dünyası adlı kitabında
arıların bu tarifi nasıl yaptıklarından şöyle bahsetmektedir:
Arıların sorunu danslarını
içerisi karanlık olan, ne yiyeceğin ne de Güneş'in görülebildiği bir kovan
içinde yapmalarıdır. Sadece bu da değil. Arılar düşey konumdaki bir peteğin
üstünde dans ederler.78
Şimdi gözünüzün önüne
getirmeye çalışın. Tarifi yapan arılar düşey konumda dans etmelerine rağmen, bu
bilgiyi kullanarak besin aramaya çıkacak olan arılar yatay düzlemde hareket
edeceklerdir. Yani arılara hangi yönde uçmaları gerektiği konusunda verilecek
olan bilginin aslında yatay düzlemde olması gerekmektedir. Eğer arılar düşey
düzleme uygun olarak yapılan bir tarife göre hareket ediyor olsalardı, dümdüz
yukarı uçarak yiyecek aramaları gerekirdi ki, bu durumda yiyecek bulmaları
hiçbir şekilde mümkün olamazdı.
Dawkins kitabında konuya
şöyle devam etmektedir:
…Bu yüzden arılar
yiyeceğin yerini o yönü işaret ederek ya da oraya dönük dans ederek belli
edemezler. Kovandan yiyeceğe doğru olan uçuş rotasını, kovanın içinde iken
yerçekimine göre belirledikleri (dışarıya çıktıktan sonra Güneş'e göre
belirleyeceklerdir) bir düzlem üstünde gösterirler. Öteki arılar da dışarı
çıktıklarında bu bilgiyi Güneş'e uyarlarlar. Eğer yiyecek tam Güneş yönündeyse
dansçı arı sallantılı düz uçuşunu peteğin önünde tam dikey pozisyonda yapar.
Eğer yiyecek Güneş'in 40 derece batısındaysa, dikey çizginin 40 derece solunda
uçar. Böylece dansçı arı yiyeceğin bulunduğu yerin açısını Güneş yerine, dikey
çizgiye göre gösterir ve karanlık kovanın içindeki arkadaşlarına Güneş'e
çıktıklarında hangi yöne uçacakları konusunda bilgi verir.79
Burada anlatılanların
üzerinde durup düşünelim. Arılar karanlıkta ve farklı bir düzlemde olmasına
rağmen yapılan tarifi tam olarak anlamakta ve hedefi her zaman doğru olarak
bulmaktadırlar. Tarifi yapan arının belirlediği bir dikey çizgiye göre yaptığı
hareketler, açı hesaplaması yapmayı bilen diğer arılar tarafından tam olarak
anlaşılmaktadır. Marian Stamp Dawkins bu durum karşısındaki düşüncelerini şöyle
ifade etmektedir:
Arıların bunu (açı
hesaplamasını) doğru olarak yapmaları, birbirlerine gerçekten bilgi
aktardıklarının bir göstergesidir. 80
Görüldüğü gibi tüm
arılar açı hesaplaması yapabilmektedir. Bu durumu Dawkins, arıların
birbirlerine bilgi aktarmaları olarak yorumlamıştır. Ancak burada cevaplanması
gereken önemli sorular vardır. Arılar bu hesaplama yöntemini nasıl
keşfetmişlerdir? Güneş'e bakarak, arı gibi bir canlının yatay-düşey ayrımı
yapabilmesi, yaptığı tarife kendi kendine açı ekleyebilmesi ve bunu her
seferinde doğru yapması mümkün müdür? Bundan başka arılar yorum yapabilme
becerisini nasıl elde etmişlerdir? Güneş'i pusula kullanmayı nasıl öğrenmişlerdir?
Arıların düzlem farkı,
açı ölçme, hesap yapma gibi matematiksel işlemleri kendi kendilerine
yapamayacakları çok açık bir gerçektir. Arılardaki tüm bu yeteneklerin tek
nedeni vardır. Arılar üstün bir güç tarafından yönetilmektedirler. Tüm evrene
hükmeden bu güç Allah'a aittir. Allah arılara sahip oldukları tüm yetenekleri
verendir.
Arılar Bulutlu Havalarda
Nasıl Yön Belirler?
Yiyeceğe doğru uçarken
arılar bir yandan da Güneş'i gözlemler. Öncü arının yaptığı dansta gösterilen
yönü ve açıyı kullanabilmeleri için bu gereklidir.
Arıların yaptıkları işin
ne kadar olağanüstü olduğu açıkça ortadadır. Ancak arılar bununla da kalmayıp
daha da olağanüstü bir şey yaparlar. Hava bulutlu da olsa Güneş'i pusula gibi
kullanabilir, bunu da ultraviyole ışık dalgalarını kullanarak yaparlar.
Ultraviyole ışık dalgaları bulut örtüsü çok yoğun olmadıkça, bulutların
içerisine işleyebilecek özelliktedir. Bu nedenle işçi arılar Güneş'in yönünü
belirlemek için bu ışık dalgalarını kullanırlar. Güneş'ten yayılan doğal ışık
polarize olmuştur, yani ışık dalgalarının titreşiminin yönü, Güneş gökyüzünde
hareket ederken düzenli bir şekilde değişir. Bu polarizasyon şekilleri insanlar
tarafından görülemez, fakat arılar ve diğer birçok canlı tarafından algılanabilir.
Güneş'in görülmemesi ya da gökyüzünün bulutlu olması bu canlılar için bir engel
oluşturmaz. Arılar bulutlara rağmen göğü bir bakıma parsellenmiş gibi düşünür
ve Güneş'in o anda olması gereken yerini hesaplayabilirler.81 Kuşkusuz bu özellik de, Allah'ın üstün
tasarımının örneklerinden biridir. Balarıları da bu sayede yaşamlarını
sürdürebilmektedirler.
Arılar Yaptıkları Tarifte
Tam İsabet Kaydederler
Arıların, dansçı arıyı
seyretmelerinden bir süre sonra kovandan ayrılarak hedefe yöneldiklerini söylemiştik.
Ancak arılar, burada gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir sorunla karşı
karşıyadırlar. Arılara verilen tarifteki açıda, çıkış noktası olarak Güneş
alınmıştır. Ancak Güneş sabit bir cisim değildir. Bilindiği gibi Güneş her 4
dakikada 1 derece yer değiştirir. Arı eğer sürekli aynı açıyla yol alacak olsa
Güneş'in hareketi sebebiyle hedeflediği yere asla varamayacaktır. Her 4
dakikalık yolda 1 derecelik bir hata yapacak, uzun mesafelerde ise sapma telafi
edilemez boyutlara ulaşacaktır.
Çok kısa mesafelerde,
örneğin 200 metre mesafede bu bir problem olmaz. Çünkü arının bir dakikada
katettiği yol yaklaşık saatte 13 km=dakikada 216 metre kadardır.82
Bu durumda akla,
"ya hedef 4 dakikadan fazla bir uzaklıkta ise ne olur?" sorusu
gelecektir.
Arıların 10 km çapında
bir alanda besin toplayabildiklerini belirtmiştik. Arı 10 km yol katetmek için
yaklaşık 45 dakika uçmak zorundadır.83 Ancak Güneş 45 dakika içinde yaklaşık 11 derece yer değiştirecektir. Eğer
arı kovana haber veren arının, tarif ettiği açıyla yol alsa Güneş yer
değiştirdikçe yiyecek kaynağından uzaklaşacaktır. Tabi burada hemen kovandan 10
km uzağa gitmiş olan arının dönerken yine aynı şekilde Güneş'in konumuna göre
besin kaynağının yerini aklında tuttuğunu da belirtmekte fayda vardır. Üstelik
bu arı yüklü olarak geri döneceğinden sürati daha da azdır (9 km/saat).84 Dolayısıyla arı geri dönene kadar Güneş 16.5
derece dönecektir. Bu durumda arının Güneş'e göre yapacağı tarifin hatalı
olması da ihtimal dahilindedir. Hem dans eden arının yapacağı 16.5 derecelik
hata hem de yola çıkanın 11 derecelik yanılgısı birbirine eklendiğinde arının
10 km.lik bir mesafede yiyecek kaynağından 27.5 derece kadar uzak bir noktaya
gitmesi söz konusu olacaktır. Üstelik toplayıcı arı bu kadar uzağa gittiğinde
eğer yiyecek bulamazsa dönecek gücü de kalmayacaktır. Çünkü arılar gittikleri
yerden daha fazla besinle dönmek için kursaklarına sadece kendilerine
bildirilen uzaklıkta kullanacakları kadar bal alırlar. Bu bal bittiğinde
güçleri de tükenir ve nektara ulaşamadıysalar enerjileri kalmadığı için geri
dönemezler.
Ancak durum böyle olmaz.
Milyonlarca yıldır arıların yaptıkları tüm tarifler -Güneş'in dönmesine ve
açısının değişmesine rağmen- diğer arılar tarafından anlaşılmakta ve arılar
besin kaynaklarına ulaşmakta zorluk çekmemektedirler. Bu da bize arıların
Güneş'e göre açı hesaplaması yaparken yanılmadıklarını gösterir. Bu durumu
matematiksel olarak ifade etmek gerekirse arılar Güneş'in her 4 dakikada, 1
derece kaydığını hesaba katmaktadırlar. Yaptıkları bu hesaplama sonucunda da
kaynağın yerini akıllarında doğru olarak tutabilmekte ve diğerlerine tam olarak
tarif etmektedirler. Güneş'e göre açı hesaplaması yapan diğer arılar da bu
tarifi anlamakta ve tarif edilen besin kaynağını bulmaktadırlar.
Yukarıdaki paragraf dikkatli
bir şekilde düşünerek tekrar okunduğunda aslında arılarla ilgili olarak yapılan
bu tarifte bir olağanüstülük olduğu hemen anlaşılacaktır. Şu anda cümleleri her
zamanki gibi alışkanlıkla değil de teker teker, tarif edilenleri göz önüne
getirmeye çalışarak, akıl, mantık ve vicdan kullanarak düşünmekte fayda vardır.
Bugün Güneş'in kaç dakikada ne kadarlık bir açı değiştirdiğini bile bilen insan
sayısı azdır. Ama balarıları bunu çok iyi bildikleri gibi, dakika hatta saniye
şaşırmadan tam isabetli bir matematiksel hesap yapmaktadırlar. Peki bir arı,
konusunda uzman olmayan bir insanın bile yapamayacağı böyle bir hesaplamayı
kendi iradesiyle yapabilir mi? Elbette yapamaz; bu yetenek arıya Allah
tarafından verilmiştir. Aksini iddia etmek aklın ve mantığın tüm kurallarını
çiğnemek olur. Arıların sözde "evrimsel bir süreç" içinde böyle bir
hesaplamayı kendi kendilerine öğrendiklerini iddia eden bir insan, arıların
yine sözde "evrimsel bir süreç" içinde yüzlerce yıl sonra günümüzün
en tanınmış matematik profesörlerinden daha iyi denklem çözebileceklerini de
iddia etmelidir. Peki bunu iddia eden bir insan olabilir mi? Tabii ki olamaz;
bunu iddia eden insanın akli yeteneklerinden şüphe etmek kaçınılmazdır.
Arılar Hesaplama Yapmayı
Nereden Öğrenmişlerdir?
Buraya kadar
anlatılanlarda da görüldüğü gibi arılar çok farklı şekillerde hesaplamalar
yapmakta ve bu hesaplamaları yaparken de Güneş'i kullanmaktadırlar. Bir böceğin
dünyanın ve Güneş'in hareketlerini ve bunların sonuçlarını kendi kendine
bilmesi ve buna göre hareket etmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Arıların
her seferinde bu hesaplamaları tesadüfen tutturmaları da imkansızdır. Bütün
bunlara rağmen -konuyla ilgili tüm bilim adamlarının da hemfikir oldukları
gibi- arılar bu hesaplamayı hatasız bir şekilde milyonlarca yıldan beri
yapmaktadırlar.
Bir insan kaybolduğunda
-eğer bu konuda özel bir eğitim almamışsa- yönünü bulabilmesi için pusula gibi
aletlere ihtiyacı olacaktır. Bu kişinin Güneş'in açısına göre bir hesaplama
yaparak yönünü bulması ise neredeyse imkansızdır. Oysa bir arı Güneş'in
hareketine rağmen gördüğü herhangi bir yeri hatasız bir şekilde kovandaki diğer
arılara tarif edebilir.
Arıların bu olağanüstü
özellikleri nasıl ortaya çıkmıştır? Arılar bu hesaplamayı yapmayı nasıl
öğrenmişlerdir?
Bu soruların cevapları
son derece önemlidir. Öncelikle arıların yön tayin etme ve bunu başka arılara
tarif edebilme yeteneklerine ilk ortaya çıktıkları andan itibaren sahip
olmaları gerekmektedir. Bu, arıların beslenme ve barınma ihtiyaçlarını
giderebilmeleri, dolayısıyla soylarını devam ettirebilmeleri için mutlaka
gerekli olan bir yetenektir.
Bu yeteneğin
evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde gerçekleşen çeşitli değişimlerle
ortaya çıkması mümkün değildir. Nitekim evrim teorisini savunan bilim adamları
da arıların dans ile haberleşme yeteneklerinin nasıl ortaya çıktığı sorusu
karşısında oldukça zor durumda kalmaktadırlar. Örneğin günümüzün tanınmış
evrimcilerinden biri olan Richard Dawkins, arı dansının evrimi ile ilgili
olarak kendisine sorulan soru karşısında açıkça "afallamış"tır.
Dawkins'in arıların dansı ile ilgili sorular karşısında vermeye çalıştığı cevap
şöyledir:
"Bir fikir ileri sürmek durumunda… Belki de
dans bir çeşit… Tahmin etmek pek de zor değil… Bunun neden olduğunu kimse
bilmiyor, ama bir şekilde oluyor…
Modern arı dansının daha basit bir başlangıçtan
evrimleşmesine dair birtakım makul dereceli ara aşama bulduk. Size anlattığım
hikaye gibi… bu doğru bir hikaye olmayabilir. Ama buna benzer bir şey mutlaka
olmuştur."85
Dawkins'in bu soru karşısında
verdiği cevaptaki mantık bozukluğundan da anlaşılacağı gibi arıların dansını
tesadüflerle, ara açıklamalarla ifade etmek ancak hayali bir hikaye olarak
anlatılabilir.
Güneş'ten faydalanarak
açı hesabı yapmak, tesadüfen elde edilecek bir yetenek değildir. Ancak arıların
dans etmeyi öğrenmeleri veya açı hesaplayabilmeleri de yeterli değildir; bunun
dışında bunları diğerlerine tarif ettiklerinde onların da bunu anlayabilmeleri
gerekmektedir. Bunlar düşünüldüğünde "tesadüf" gibi bir ihtimalin
akla getirilmesinin bile son derece saçma olduğu hemen görülmektedir. Ne kadar
beklenirse beklensin bir canlıda böyle bir hesap yeteneğinin kendi kendine
oluşması kesinlikle mümkün değildir.
Arı, düşünme özelliği
olmayan bir canlıdır. Buna rağmen baştan beri belirttiğimiz gibi, yaptığı her
hareket benzersiz bir aklın ve şuurun varlığını gösterir. Evrenin her
noktasında olduğu gibi arılarda da tecelli eden bu akıl ve şuur herşeyi
kusursuz yaratan Allah'a aittir.
ARILARIN GÖZLERİ
Arıların Güneş'ten
faydalanabilme özelliklerini fark eden bilim adamları yön tayinleri konusunda
araştırmalar yapmaya başlamışlardır. İlk olarak arıların göz yapısı incelenmiş
ve gözlerinin bu hesaplamaların yapılmasını sağlayacak bir tasarıma sahip
olduğu bulunmuştur.
Arıların çok özel bir göz
yapıları vardır. Arı gözlerinde "ommatidia" adı verilen, 6.900'er
adet birbirinden ayrı görme işlemi yapan bölüm vardır. Bu bölümlerin her biri
kendi başına bir göz gibi hareket eder. Bunlar bir kutudaki kamışlar gibi
biraraya toplanmışlardır. Ayrıca her biri dışta küçük konveks ve şeffaf bir
lensle biter.86 Bu
lensler de gözün cam gibi elips biçimindeki dış kabuğunu oluştururlar. Arıların
başlarının iki yanında bulunan birleşik gözlerinin dışında, kafalarının
üzerinde de 3 basit gözleri bulunur. Kafa üzerinde yer alan bölümlerin ışığın
şiddetinin ölçülmesi için kullanıldığı tahmin edilmektedir. Arı gözünün insan
gözüne göre iki üstünlüğü vardır. Bunlar, ultraviyole ışınlarını görme ve daha
önce de belirtildiği gibi ışığın polarizasyonunu ayrıştırmadır.87
İşte bu özellikler,
arıların Güneş'in yerini ve açısını tespit etmelerini sağlayan özelliklerdir.
Bu sayede arılar, Güneş ilerledikçe kovanda diğer arılara yapacakları tarifin
yönünde düzeltme yaparak hedefin yönünü hatasız olarak belirleyebilirler.
ÇİÇEK İŞARETLEME
YÖNTEMLERİ
Toplayıcı arı kovana
geri dönmeden önce besin kaynağına özel bir koku bulaştırır. Her işçi arının
vücudunda istediği zaman kullanabileceği bir koku kesesi vardır. Bu kese arının
sırtında ve vücudunun arka tarafında içeriye doğru katlanmış bir deri
kıvrımından oluşur ve normal zamanlarda dışarıdan görülmez. Arı istediği zaman
bunu dışarı çıkarır ve kesenin kokusu üzerinde bulunduğu çiçeğe ve çevreye
yayılır. Bu koku Melisa çiçeğinin kokusuna benzer ve insanlar tarafından da
kolaylıkla algılanabilir. Arılar ise kendi kovan arkadaşlarının kokularına
karşı fazlasıyla hassastırlar ve çok uzaklardan bu kokuyu duyabilirler.88
Balarılarının çiçekleri
işaretlemeleri sayesinde, diğer arılar bir çiçeğin nektarının daha önce başka
arılarca tüketildiğini konar konmaz anlar ve hemen o çiçeği terk ederler. Bu
sayede hem vakit, hem de enerji kaybından kurtulurlar.
Çiçeklerin Döllenmesi ve
Arılar
Çeşitli çiçeklerle dolu
bir çayırda bal toplayan arılar bir müddet izlenecek olursa ilginç bir durum dikkat
çekecektir. Arılar her seferde sadece tek bir çiçek cinsi arasında gidip
gelirler. Bir çiçekten diğerine uçarken başka cins çiçeklere dikkat bile
etmezler.
Bazen günlerce aynı tür
çiçekleri bu şekilde ziyaret eden arıların bu davranışları hem kendileri hem de
çiçekler açısından faydalıdır. Bu durumu şöyle açıklayabiliriz. Bir çiçeğe ilk
defa konan bir arı o çiçeğin yapısını tanımadığı zaman ufak bir nektar
damlasını bulmak için çok uzun bir süre uğraşmak zorunda kalabilir. Arı ancak
aynı çiçeğe beşinci veya altıncı kere konduktan sonra sürat ve beceri kazanır
ve hedefine kolayca ulaştığı için zamandan kazanmaya başlar.
Bu durumun çiçekler
açısından faydalı olan yönü ise, arıların tek çiçek türünü tercih etmeleri
sayesinde süratli ve güvenilir bir döllenmenin sağlanıyor olmasıdır. Çünkü bir
çiçeğin poleni başka çiçekleri dölleyemez ve ancak arıların aynı çiçekler
arasında yaptıkları turlar sırasında çiçekler döllenmiş olur. Arılar aynı tür
çiçekleri bulmak için kokudan faydalanırlar.
Burada kısaca çiçeklerdeki
döllenme olayının nasıl gerçekleştiğine değinmekte fayda vardır. Bilindiği gibi
arılar çiçekleri nektar ve polen toplamak için ziyaret etmektedirler. Ancak
arılar polen toplamaya çalışırken, çiçekler için hayati önemi olan bir işlevi
yerine getirir ve onların döllenmelerine aracılık etmiş olurlar. Çiçeklerdeki
döllenme olayının gerçekleşebilmesi için çiçeğin dişi tohumunun erkek
tohumlarla (polenlerle) birleşmesi gerekir. Yani çiçeğin bir miktar poleni
yapışkan olan başçık üzerine gelerek buradan dişi tohumla birleşmelidir.
Çiçekler genel olarak erkek organlarındaki polenleri kendi başçıkları üzerine
kendileri ulaştıramazlar. Ancak böcekler sayesinde gerçekleşen birleşme ile
döllenme olur ve yeni çiçekleri oluşturacak tohumlar meydana gelir. 89
Görüldüğü gibi çiçekler
ve arılar arasında çok önemli bir bağlantı vardır. Her iki canlı da
birbirlerini cezbedecek şekilde Allah tarafından tasarlanmışlardır. Örneğin
böcekler tarafından döllenmesi gereken çiçekler, böcekleri kendilerine çekecek
nektarları salgılarlar ki gerçekte arıları çeken bu nektarlardır. Ayrıca
çiçekler kokuları veya canlı renkleriyle de böceklerin dikkatini çekerler.
Arılar ve çiçekler
arasındaki bu ilişki insanlar açısından da son derece önemlidir. Çünkü
arıcılığın tarımsal önemi çok büyüktür. Birçok meyve ağacı ve çiçek büyük
ölçüde arılar aracılığı ile döllenir. Bu nedenle kimi uzmanlar arıların bu
konudaki desteğini, bal üretiminden daha önemli bir katkı olarak
değerlendirirler. Bu bilgiler düşünüldüğünde akla hemen Nahl Suresi'ndeki
balarısı ile ilgili ayetler gelmektedir. Allah bu ayetlerde arıların tüm
meyvelerden yemelerine dikkat çekmiştir:
Rabbin bal arısına vahyetti:
Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra
meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda
yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda
insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten
bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Bu arada şunu da belirtmek
gerekir ki, arılardan başka böcekler de çiçekleri döllerler. Fakat arılar hem
sayılarının çokluğu, hem çalışkanlıkları ve hem de vücut yapılarının uygunluğu
yüzünden poleni, diğer böceklere oranla daha fazla miktarlarda taşırlar.
Tarımın büyük bölümü arıların yaptıkları tozlaşmaya bağlıdır. Böcekle
tozlaşmanın % 80'i balarılarının görevidir. Bu tozlaşma olmasa, meyve ve sebze
üretiminden elde edilen verimde önemli bir düşüş kaydedilirdi.
Çiçekler ve Arılar
Arasındaki Uyum
Çiçeklerin döllenmesinde
son derece önemli bir role sahip olan arıların dölleyemedikleri çiçekler de
vardır. Örneğin arılar kırmızıyı algılayamadıkları için bu renge sahip olan
çiçekleri dölleyemezler. Defne, kırmızı karanfil, yabani keten gibi içinde
başka renk barındırmayan kırmızı renkli bazı bitkiler başka böcekler tarafından
döllenirler. Bu çiçek türlerinin renklerinin dışında arılar tarafından
döllenmelerini engelleyen başka bir ilginç özellikleri daha vardır. Bu
çiçeklerin nektarları çiçeğin oldukça derinlerindeki bölgelerde bulunur. Bu
çiçekleri döllemek isteyen böceklerin çiçeğin iç kısımlarındaki bu bölgeye
ulaşabilmeleri için özel organlara sahip olması gerekmektedir. Böceklerin aynı
zamanda kırmızı rengi algılamaları gerektiği de unutulmamalıdır. Yani bu
bitkileri dölleyecek böceklerin her iki özelliğe de aynı anda sahip olması
gerekmektedir; çiçeklerin derinliklerine ulaşacak özel bir organ ve kırmızıyı
görebilecekleri gözler. Gerçekten de doğada kırmızıyı renk olarak algılayan
sadece iki böcek türü vardır: Eşek arıları ve gündüz kelebekleri ve üstelik bu
böceklerin her ikisinin de derinlerdeki nektarlara ulaşabilecekleri uzun
hortumları vardır.90
Böyle bir uyumu
tesadüflerle açıklamaya çalışmak elbette ki anlamsız olacaktır. Hiçbir tesadüf
iki farklı türdeki canlıya, birbirlerine tam uyumlu olacak şekilde fiziksel
özellikler kazandıramaz. Bu uyum her iki canlının da tek bir Yaratıcı
tarafından yaratıldıklarını kanıtlar. Bütün canlıların denetimi elinde olan
Allah her iki canlıyı da birbirine uyumlu yaratmıştır.
KOLONİNİN BÖLÜNMESİ:
“OĞUL VERME”
“OĞUL VERME”
…O, doğunun da,
batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir… (Şuara Suresi, 28)
Kraliçenin bahar
başından itibaren günde 1500-2000 yumurta bıraktığından söz etmiştik. Eğer
arılar bu artışı karşılayacak şekilde bir tedbir almazlarsa bir süre sonra
kovanın kapasitesi artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayacak hale
gelecektir. Kraliçe arının sahip olduğu yumurtlama hızına göre düşünülecek
olunursa bu, sadece 1 ay içinde koloniye 45.000 ile 60.000 arasında arının eklenmesi
demektir. Bu hızlı sayı artışı da arı kolonisinin çok kısa bir zaman içinde
fonksiyonlarını yitirmesi, işlerin yürümemesi anlamına gelecektir.
Bilindiği gibi
kraliçenin salgıladığı madde kovandaki düzeni sağlayan etkenlerden bir
tanesidir. Kovandaki işçilerin sayısının artmasıyla birlikte bir süre sonra arı
başına düşen kraliçe maddesi de azalmaya başlar. Arılar için nüfus artışına
çözüm bulma zamanının geldiğinin işareti kraliçe maddesinin azalmasıdır.91
Bir alanda nüfus
artışının yaşanması ile birlikte alınacak tedbirler bellidir. Ya barınağın
genişletilmesi, ya da nüfusun azaltılması gerekecektir. Arılar da bu iki
seçenekten en uygun olanını uygularlar. Barınağı genişletmek çözüm değildir
çünkü sorun yer darlığından ziyade kraliçe maddesinin yetersizliğinden
kaynaklanmaktadır. Bu maddenin azlığı durumunda dişilerin üreme organları
gelişmeye başlayacak ve koloniye has koku silikleşecektir. Bunun neticesinde de
işçi arılar sürekli olarak kraliçe hücresi yapmaya kalkışacaklardır. Kısacası
kovandaki tüm dengeler alt üst olacaktır.
Arı kovanlarında
uygulanan nüfus planlama yöntemi en akılcı olanıdır. Arılar nüfus artışı
durumunda sayıyı azaltma yoluna giderler. Ama bu işlemi -kış aylarında mecbur
kaldıkları durumlarda yaptıkları gibi- larva ve pupaları imha ederek yapmazlar.
Arıların uyguladıkları çözüm son derece akılcı ve her yönüyle karlı bir
çözümdür. Bir kovanda nüfus artışı söz konusu olduğunda kovandaki arıların bir
bölümü eski kraliçe ile birlikte koloniyi terk ederek başka bir yerleşim
yerinin arayışına girerler.
Arıların kovan nüfusunu
azaltmak için başvurdukları bu yönteme "oğul verme" adı verilir. Bu
sayede arılar yeni koloniler kurarlar.
ARILAR YOLCULUĞA
BAŞLAMADAN ÖNCE YAPILAN HAZIRLIKLAR
Arılar oğul verme
işleminin ilk aşamasında -bahar başlangıcında- erkek arı hücreleri yapmaya
başlarlar. Erkekler diğerlerine göre daha uzun sürede gelişimlerini
tamamladıkları için (kraliçe 16 gün, işçiler 21 gün erkekler ise 24 gün) Nisan
başlarında bu peteklerin hazırlanmış olması gerekmektedir.92 Kraliçe maddesi tam olarak azalmadan önce erkek
hücrelerinin öncelikli olarak örülmüş olması dikkat çekicidir. Çünkü normal
şartlar altında bu madde azaldığında işçilerin öncelikli olarak kraliçe hücresi
örmeleri gerekmektedir. Buna rağmen işçiler erkek arı hücreleri yaparlar ve
erkekler Mayıs başında hücrelerinden çıkarlar. Bu arada neden erkek
hücrelerinin örüldüğü de ortaya çıkar. Bilindiği gibi erkek arılar kraliçe
aramaya, doğduktan 2 hafta sonra çıkabilirler. İşte bu arada erkekler
çiftleşebilecekleri bir kraliçe bulamazlarsa varlıklarının sebebi
kalmayacaktır. Dolayısıyla kraliçenin de tam bu dönemde büyütülüp çiftleşme
uçuşuna çıkmak için hazır olması gerekmektedir. Eğer işçi arılar erkek
hücrelerini biraz geç örseler kraliçe çiftleşmeyi başaramayacak veya işlem
gecikecektir. Kraliçe çiftleşemeden yumurtlamaya başlayamadığı için de bu,
koloni için bir tehlike oluşturacaktır. Yumurtlama yeteneğine sahip olan eski
kraliçe ise yenisi doğmadan çoktan kovanı terk etmiştir. Karmaşık gibi görülen
bu durum arıların mükemmel bir zamanlama yeteneği ile tam gerektiği anda
kraliçe hücrelerini örmeleri sayesinde çözülür.
Bir taraftan yeni
kraliçe hücreleri inşa etmeye başlayan işçi balarıları, diğer taraftan da eski
kraliçeyi yumurtlama işlemini bırakması için zorlarlar. Çünkü arılar için göç
zamanı gelmiştir ve hazırlıkların buna göre yapılması gerekir. Bu nedenle
işçiler eski kraliçeyi daha az arı sütü ile beslemeye başlarlar. Bu besin
yetersizliği sebebiyle kraliçenin yumurtlaması durur. Kraliçeye verilen besinin
kesilmesinin ikinci bir sebebi daha vardır. Kraliçenin koloniden ayrılan diğer
arılarla birlikte uçabilmesi için hantal olmaması gerekmektedir. İşçi arıların
uyguladıkları bu yöntem bir süre sonra etkisini gösterir ve kraliçe arı daha
hızlı hareket etmeye başlar. Bir süre sonra o da diğer arılar kadar hareketli
olur.93
Yeni Kovan Arama İşlemi
Başlıyor…
Başka zamanlarda polen,
nektar ya da su arayan işçi arılar bu kez kolonileri için yeni yerler aramaya
çıkarlar. Kovanın terk edilmesi, genelde ilkbahar sonu ve yaz başında
gerçekleşir. Bu mevsimde yiyecek (polen ve nektar) fazladır, hava sıcaktır,
günler ise uzundur. Bu şartlar bir arı topluluğunun kovanı terk etmesi için
gerekli olan ortamı meydana getirir.
Yeni koloniyi oluşturmak
için yola çıkacak olan arılar enerji toplayabilmek için kovandan ayrılmadan
önce midelerini olabildiğince fazla miktarda balla doldururlar. Çünkü çiçekleri
dolaşmaya vakitleri yoktur. Bu beslenmenin sonucunda karınları öylesine şişer
ki, vücutları iğnelerini kullanmak için gerekli olan esnekliklerini kaybeder.94 Bu yüzden arılar son derece barışçı olurlar.
Arıların bu durumunda da büyük bir hikmet vardır. Balarılarının bu sırada
barışcıl olması insanların güvenliği açısından önemlidir. Oğul verme döneminde
bir koloninin yaklaşık yarısının kovanı terk ettiği düşünülürse, 20.000-30.000
saldırgan arının canlılar için tehlike oluşturacağı açıktır.
Yeni kraliçenin
gelmesine yakın eski kraliçe arı, içlerinde bir miktar işçi arı ve biraz da
erkek arı bulunan bir grupla birlikte kovandan ayrılır. Arı topluluğu kovanı
terkettikten sonra yakınlardaki bir dalda veya çıkıntıda üzüm salkımına
benzeyen kenetlenmiş bir yığın oluşturur.95 Bu yığının ortasında kraliçe bulunur. İşçi arılar
kraliçe arıyı çevreleyerek gövdeleriyle adeta bir duvar örerler ve böylece onun
güvenliğini sağlarlar.96 Arılar
disiplin içerisinde kümeleşir ve bir süre sonra da yeni koloninin kendine has
kokusu oluşur.
Daha önce çiçek
işaretleme konusunda da bahsettiğimiz gibi her işçi arının vücudunda istediği
zaman kullanabileceği bir koku kesesi vardır. Bu kese arının sırtında ve
vücudunun arka kısmında bulunan içeriye doğru katlanmış bir deri kıvrımından
oluşur ve kullanılmadığında dış taraftan görülmez. Ama arı istediği zaman bunu
dışarıya çıkarabilir. Bu şekilde kesenin içindeki özel birtakım bezler harekete
geçer ve koku salgılar. İşte gözcü arılar bu kokuyu yeni buldukları yerleri
işaretlemek için kullanacaklardır. Kendi koloni kokularına karşı çok hassas
olan arılar, gözcü arı tarafından bırakılan bu kokuyu çok uzaklardan bile kuvvetli
olarak algılayabilirler.97
Bu sayede kolaylıkla gidecekleri yeri bulurlar.
Gözcü Arılar İş Başında
Koloninin bir bölümü
üzüm salkımı şeklini alarak beklerken, gözcü arılar da büyük bir faaliyet
içindedirler. Hatta hazırlıklara çok daha önceden başlamışlardır. Ana kovandan
ayrılmalarından bir kaç gün önce gözcü arılardan bazıları yeni yerleşim yerleri
için dört bir tarafa yayılırlar. Bazen kilometrelerce uzağa uçtukları bile
olur.98
Gözcü arılar yeni
kovanlarını kuracakları yarıkları ve ağaç gövdelerini araştırırken gelişigüzel
incelemeler yapmazlar. Koloni için yer arayan, adeta yerleşim planı yapan çok
sayıda gözcü arı çeşitli hesaplamalar yaparak yeni kovan yerinin uygunluğu
konusunda ortak bir fikre varırlar. Daha sonra yine birlikte hareket eder ve
koloninin bulunduğu ağaca geri dönerek koloniyi yeni yerleşim bölgesine
taşırlar.
Bir gözcü arı, uygun bir
delik ya da kovuk bulursa uzun süre bazen bir saat süreyle, sistemli bir
biçimde onu inceler. Çevresinde uçarak bulduğu yerin dışarıdan görünüşünü
yoklar. Genellikle içeri girerek deliğin içinde yürür. Önce giriş noktasına
yakın yerleri, sonra da içeri kısımlarda yürüyerek bulduğu yerin bütün iç
yüzeyini dolaşır. Bu konuda özel bir araştırma yapan Yale Üniversitesi'nden
Thomas Seeley tek bir arının bu şekilde 50 metre yürüdüğünü saptamıştır.
Seeley, arıları kendi çevresinde dönebilen silindir biçiminde ürettiği yapay
kovanlarda yürüterek yaptığı deneyinde; arıların kovanın çevresini dolaşmak
için ne kadar yürümeleri gerektiğini ve buna göre deliğin hacmini
hesapladıklarını ortaya çıkarmıştır.99
Yuva yeri aramak için
uçan arı sayısı kimi zaman iki düzineyi bulur. Bu yöntem sayesinde koloni aynı
anda birçok yuva yeri hakkında alternatif bilgi elde eder. En sonunda işçi
arılar muhtemel yuva yerlerini birbiri ardına inceleyerek karar verirler. İki
düzine dolayındaki yuva yeri bu elemeyle iki veya üçe düşürülecek ve sonunda
koloni için en iyi yuvanın hangisi olacağı konusunda uzlaşma sağlanacak ve yeni
yuva da burası olacaktır. Sonuçta koloni en azından gözcü arıların çoğunluğunun
değerlendirmesine göre yöredeki olabilecek en iyi yeri seçer. Arıların yeni
yuva için karar verme süreçleri bir kaç gün alabilir. Çünkü her arı olası yuva
yerini son derece ayrıntılı inceler ve 500 kadar işçi arının çeşitli olasılıkları
kıyaslaması sonunda çoğunluğun ortak bir karara varması zaman alır. Bu zaman
boyunca arı kümesinin diğer üyeleri daha önce belirttiğimiz gibi buldukları
ağaçta üzüm salkımına benzer bir şekil oluşturarak bekler ve ancak gözcüler
tarafından kesin karar verildiğinde işçi arıların rehberliğinde yeni yuvalarına
hareket ederler.
Arıların yaptıkları işin
öneminin daha iyi anlaşılabilmesi için bu davranışların teker teker
incelenmesinde fayda vardır. Öncelikle gözcü arıların buldukları yeni yerin
uygunluğuna neye göre karar verdiklerine bakalım.
Gözcü arılar, yeni
yerleşim yerinin yerden yüksekliği, dışarı açılan delikleri varsa bunların
yamanabilir olması, iç mekan genişliği gibi birçok ayrıntıyı göz önünde
bulundurarak yuva ararlar. Bundan başka girişin uygun olmasına özellikle dikkat
ederler. Kovanın giriş deliği, hırsız arıları, sincapları ve kuşları
engelleyecek kadar küçük olmalıdır ama aynı zamanda bal uçuşundan nektarla dolu
olarak dönen arıların içeri rahatça girebilecekleri gibi bir genişliğe de sahip
olması gerekmektedir. Aksi takdirde yiyecek toplayan arılar kovandan içeri
girebilmek için beklemek zorunda kalırlar. Kovan girişinin genel olarak küçük
olması tercih edilir. Çünkü eğer giriş çok geniş olursa kovanın savunması
güçleşecektir. Bundan başka kışın ısı kaybı çok olacağı için, kovanın ısısının
dengede tutulması da daha zor olacaktır.100
Bir yeri arıların kovan
olarak kullanabilmesi için gerekli olan özelliklerden başka bir tanesi de
yuvanın genişliğinin ölçüsüdür. Örneğin bir ağaç kovuğunu ele alalım. Buradaki
alan çok büyük olursa arılar kovanı ısıtmakta zorlanacaklardır. Ama arılar
yuvanın küçük olmasındansa büyük olmasını tercih ederler. Çünkü gereksiz
boşlukları arı reçinesi ile doldurabilirler. Yuvadaki alan kısıtlı olduğunda
problemler daha büyük olacaktır. Çünkü depo olarak kullanılan alan da kısıtlı
olacağından kış için yeterince yiyecek depo edemeyeceklerdir. Bu ise, tüm
koloninin ölümüyle sonuçlanabilecek kadar ciddi bir problem yaratacaktır.101
Başka bir ayrıntı ise
kovan girişinin Güneş'e bakış açısı ile ilgilidir. Bilindiği gibi girişi kuzeye
bakan bir yer daha soğuk olacağı için barınmaya elverişli değildir. Gözcü
arılar yeni kovan arayışlarında bu önemli ayrıntıyı da göz önünde
bulundururlar.102
Araştırmalarının
sonucunda uygun olduğuna kanaat getirdikleri alanı tespit eden gözcü arılar, bu
yeri aynı çiçekleri işaretledikleri gibi kokularıyla işaretlerler. Koku
keselerini açığa çıkararak yeni kovan alanında bir süre kalan arılar, bu sayede
koloni kokularının yeni yerleşim yerlerine sinmesini sağlamış olurlar.103
Koloni Harekete Geçiyor
Gözcü arılar bir süre
sonra koloninin kendilerini beklediği alana varırlar ve dans ederek buldukları
yeri arkadaşlarına gösterirler. Bu dans, arıların yiyeceğin bulunduğu yeri
göstermek için yaptıkları dansın aynısıdır. Yuva yapmaya uygun görülen yerin
yönü, sekiz rakamı şeklindeki dansın arının düz çizgi üzerinde sağa-sola doğru
sallandığı bölümüyle gösterilir. Bulunan yerin yuva yapmaya uygunluğu dansın
şiddetiyle belirtilir. Arılar bütün şartlara uygun ideal bir yuva için yarım
saat ya da bir saat kadar dansedebilirler. Eğer bulunan yer o kadar uygun
değilse arıların dansı daha isteksiz olur.104
Arıların hep birlikte
bir yöne yönelmeleri ise hemen gerçekleşmez. Çünkü gözcü arılar kilometrelerce
karelik bir alanda keşfe çıkmışlardır ve her gözcü grubu döndüğünde farklı
yerleri koloniye önermektedir. Koloninin bulunduğu bölgede her an dans eden
birkaç grup arı bulunabilir. Kimi zaman bu grupların hepsi farklı bir yönü
gösterirler.105
Gözcü arıların dansları
beklemekte olan kümeden bazı arıların ayrılarak tarif edilen yöne doğru
uçmalarına kadar sürer. Bu arılar gözcü arıların koloni kokularını bıraktıkları
yeri bulana kadar çevreyi taramaya devam ederler. En uygun yerleşim alanına
daha fazla sayıda ziyaretçi arı gider ve bu şekilde koloni kokusu bu alana
iyice yerleşir.106
Üzüm salkımı şeklindeki
kümelenmeden en geç bir hafta sonra arı kümesi tamamen çözülür ve arılar yeni
mekanlarına doğru toplu halde uçarlar. Koloni havada hareket etmeye başladığında,
yeni yerleşim alanına alışmış olan arılar kümeye, koku salgılarıyla liderlik
ederler ve arı kümesi başka bir bilgiye ihtiyaç duymadan yerleşim alanına
taşınır. Kraliçe de mutlaka bu kümeyle birlikte hareket etmelidir. Çünkü
koloniyi birarada tutan kraliçe arının varlığıdır. Kraliçe arının koloni ile
birlikte olmaması durumunda arı topluluğu yanılarak eski bulunduğu yere geri
dönecektir107
Görüldüğü gibi arıların
yeni bir koloni oluşturmaları sırasında yaptıkları tüm davranışlar son derece
bilinçlidir. Ve bu olay sırasında arılarda görülen plan yapma, mantık yürüterek
seçim yapma gibi özellikler mutlak surette akıl gerektirir. Oysa arılarda
müstakil bir aklın varlığından söz etmek mümkün değildir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi arılar, sonuçta birkaç santimlik böceklerdir. Beyin
kapasiteleri son derece sınırlıdır. Tüm bu anlatılanları yapanlar akıl ve
mantık sahibi insanlar olsa makul karşılanabilir. Ama tüm bunları yapanlar
arılar olunca insanın durup bir düşünmesi gerekir.
Bu canlılar böylesine
kapsamlı bir planlamayı nasıl başarmaktadırlar? Bunlar akılsız ve bilinçsiz
canlıların tesadüfen öğrenebileceği şeyler değildir. Çünkü "öğrenme"
fiili de sonuç olarak bir şuur ve irade gerektirir. Elbette arı dediğimiz
canlılar bu şuur ve iradeye sahip olamazlar. Onlara bu şuurlu hareketleri
yaptıran, şaşırtıcı akıl alametleri göstermelerini sağlayan sonsuz ilim sahibi
olan Allah'tır. Allah bu canlıları, tüm diğer canlılar gibi, koruyup
gözetmekte, ihtiyaçları olan sistemleri onlara öğretmektedir. Hud Suresi'nin 56.
ayetinde haber verildiği gibi; "…O'nun, alnından
yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur…"
Eski Kovanda Neler Olup
Bitiyor...
"Oğul verme"
işlemi tamamlandıktan sonra arıların yaklaşık yarısı veya daha fazlası eski
kovanda kalmıştır.
Kovandaki kraliçe arı,
yeni kraliçe daha ortaya çıkmadan kovandan ayrılmış olduğu için ana kovan bir
süre için kraliçesiz kalır. Fakat bu durum ancak bir kaç gün sürer. Çünkü
"oğul verme" işleminden kısa bir süre sonra genç kraliçe arılardan
biri gelişimini tamamlar ve hücresini terk ederek kovandaki yeni hayatına
başlar.108
Eğer eski kraliçe, yeni
kraliçe adayları hücreden çıkmadan kovanı terk etmemişse bu durum, onun
yaşlandığını gösterir. Bu durumda eski kraliçe yeni kraliçe tarafından
sokularak öldürülecektir.
Ama bazen de kraliçe
yaşlı olmamasına rağmen sadece hava şartları nedeniyle kovanı terk edemez. Bu
ise, son derece tehlikeli olabilir. Çünkü eski kraliçe kovandayken yeni bir
kraliçe ortaya çıkarsa bu arıların savaşacağı ve birinden birinin mutlaka
öleceği açıktır.
Kovandaki dengeleri
bozabilecek bu karışıklığı engellemek için ise arılar şaşırtıcı bir yöntem
kullanırlar. Gelişimlerini tamamlayan ve pupalarını yararak dışarı çıkmaya
çalışan kraliçe adaylarının hücre kapaklarını eskisinden daha sağlam bir biçimde
kapatırlar. Bu arada onlar için küçük bir boşluk açmayı da ihmal etmezler. İşçi
arılar daha sonra bu delikten kraliçe adaylarını besleyeceklerdir.
Ama sorun bununla da
bitmemektedir. Eski kraliçe kovanda her zamankinden daha aktif vaziyette
sürekli dolaşmaktadır. Eğer yeni kraliçeleri fark ederse onları tahrip etmek
isteyecektir. Ancak buna izin verilmez. İşçi arılar, kraliçe hücrelerinin
üzerine kümelenir ve eğer kraliçe bunlara zarar vermek için yaklaşırsa onu geri
iterler.109
İşçi arıların bütün
çabaları yeni kraliçeyi ve dolayısıyla koloniyi korumaktır. Bunun için de her
türlü ihtimal göz önünde bulundurularak alınan tedbirler neticesinde kraliçeler
korunmuş olur.
Bazen bir arı
topluluğunun birden fazla oğul vermesi gerekebilir. Bu durumda eğer yeni genç
kraliçe de ikinci oğul için kovanı terk edecekse o zaman işçiler hemen yeni bir
kraliçe daha yetiştirmeye başlarlar.110
ARILAR ALLAH'IN İLHAMIYLA
HAREKET EDERLER
Buraya kadar anlatılan
konularda da görüldüğü gibi arılar hayvanlar alemindeki en şaşırtıcı
özelliklere sahip olan canlılardandır. Çok sabırlı bir şekilde ürettikleri
toplu iğne başı büyüklüğündeki balmumu ile adım adım inşa ettikleri mimari
harikası petekleri, her gün hiç bıkmadan yüzlerce kez larvalara yaptıkları
ziyaretleri, kolonilerini savunmak için gösterdikleri fedakar davranışları, bal
üretmek için harcadıkları çabaları, yeni koloni oluşturma konusundaki
kabiliyetleri, kovan içinde kesin bir asayiş sağlayabilmeleri ile bilim
adamlarını hayretler içinde bırakmaktadırlar.
Arılar kendi dilleri ile
çevrelerini değerlendirir, kararlar alır ve uygularlar. Bu kararları durumun
aciliyetine göre değiştirebilirler. Kısacası arıların tüm hareketlerine, bu
kitapta çeşitli örneklerle anlatıldığı gibi, keskin bir akıl ve bilinç
hakimdir. Ancak kitabın farklı bölümlerinde pek çok kere dikkat çekildiği gibi,
bu bilinç ve akıl arıların kendilerine ait olan bir özellik değildir.
Allah Kuran'da
balarısından "Rabbin balarısına vahyetti…" (Nahl Suresi, 68)
ayetiyle, bu canlıların yaptıkları tüm hareketlerin, gösterdikleri bilinçli
davranışların Kendi ilhamıyla gerçekleştiğini bildirmektedir.
ARIDAKİ KUSURSUZ VÜCUT
TASARIMI
Göklerin, yerin ve içlerinde olanların
tümünün mülkü Allah'ındır.
O, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 120)
O, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 120)
Dünyanın en tanınmış
bilgisayar dergilerinden Byte'da yer alan bir haber, balarıları hakkında son
derece ilginç bilgiler içermektedir.
Dergi bilgisayarlarla
arı beynini karşılaştırmaktadır. Dergide yer verilen bir araştırmanın
sonuçlarına göre, arı beyni, dünyanın en gelişmiş bilgisayarlarından daha hızlı
çalışmaktadır. Bugün en gelişmiş bilgisayar saniyede 16 milyar işlem
yapmaktadır. Arı beyninin işlem sayısı ise bunun tam 625 katı, yani 10 trilyondur.
Üstelik arı beyni bu
kadar fazla işlem yaparken bilgisayardan çok daha az enerji tüketmektedir. 10
milyon arının tükettiği enerji, ancak 100 wat'lık bir ampulü yakmak için
harcanan enerji kadardır (Arının beyni 10 mikrowattan daha az enerji tüketir).111
Arının beyni ile ilgili
yapılmış olan bu karşılaştırmada da görüldüğü gibi, arıların vücut yapılarında
kusursuz bir tasarım vardır. Arının her organı şu andaki görevlerini yerine
getirebilmesi için özel olarak tasarlanmıştır. Örneğin arının iskeleti son derece
sağlamdır, solunum sistemi havayı daha iyi kullanarak, dokulara daha fazla
besin ulaştıracağı bir yapıya sahiptir. Kas yapısı ise vücudun her bölgesinde,
ihtiyaca göre farklı özelliklere sahiptir. Örneğin kanatlarındaki kaslarında
daha fazla oksijen sağlamak için diğer kaslarda bulunan dış zar yoktur. Aynı
şekilde koku alma ve tat alma sistemlerinde de arının çiçek toplama gibi
görevlerine son derece uygun bir tasarım söz konusudur.
Kitabın daha önceki
bölümlerinde de incelendiği gibi arıların kusursuz vücut yapılarının tümü,
büyüme evrelerini tamamladıkları dar bir hücrenin içindeyken oluşur. Arıların
vücut tasarımları Allah'ın benzeri olmayan yaratma sanatının, sonsuz ilminin
kanıtlarından yalnızca bir tanesidir. Allah ilim bakımından herşeyi kuşatmış
olduğunu bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Sizin İlahınız yalnızca
Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından her şeyi
kuşatmıştır. (Taha Suresi, 98)
Bu bölümde arıların
vücutlarındaki yapılar kısa bilgiler verilerek incelenecektir.
Arının İskeleti
Arılarda diğer
böceklerde olduğu gibi sert kabuklardan oluşmuş bir dış iskelet vardır. Bu dış
iskeletin temel bileşiği kitin denen eklemli sert bir tabakadır. Bu tabakalar
dış iskelet yapısını oluşturacak kadar sağlam nitelikte yaratılmışlardır.112
İskeleti oluşturan diğer
maddeler ise, su, protein ve yağdır.
Solunum Sistemi
Arıların solunum sistemi
dışarıya açılan solunum delikleri ile başlar. "Trake sistemi" denilen
bu sistem arının vücudundaki her organa rahatlıkla ulaşacak şekilde dallara
ayrılmıştır. Trake kolları genişler ve hava keselerini oluşturur. Az sayıda ama
büyükçe olan bu hava keseleri, havanın depo edilmesi için kullanılır.
Keselerden çıkan ince dallar ve borular dokulara kadar uzanır. Arılar, bu
keseleri sıkıştırmak suretiyle vücutlarındaki dolaşımı hızlandırırlar, bu
sayede dokulara besin ulaşımı da hızlanmış olur.113
Kas Yapısı
Arıların vücutlarındaki
her kas farklı sayıda kas liflerinden oluşmuştur. Kas lifleri de boyuna uzanan
hücrelerden yapılmıştır. Bilindiği gibi her canlı hücresinin faaliyet
yapabilmek için enerjiye ihtiyacı vardır. Hücrelere bu enerjiyi sağlayansa
mitokondrilerdir. Arıların da hareket edebilmeleri için, kasılma özelliğine
sahip yapılara ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçları, kas liflerinin akışkan sıvısı
içinde bol miktarda bulunan ve "Myofibril" denen kasılabilir özelliğe
sahip yapılarla karşılanmıştır. Myofibriller, proteinlerden oluşur ve içlerinde
boyuna dizilmiş oval şekle sahip dev mitokondriler bulunur. Bu sayede kas
liflerinin sitoplazması enerji deposu olarak kullanılan glikojen şeker ile
dolar.
Arının hızlı hareket
eden kanat kaslarında myofibriller 2,5-3µm. çapındadır.114 Ve son derece küçük ölçülere sahip olan bu yapılar
balarısının kanatlarını saniyede 250 kere çırpmasını sağlar.115 Arı, polen yükü ile dolu olduğunda saatte 9
km/saat hızla uçabilmektedir. Yükü olmadığında ise 13 km/saat hız ile
uçmaktadır.
Arının hareket etmesini
sağlayan kaslarının yapısı kullanım alanına göre değişir. Örneğin kanat
kaslarında olduğu gibi çok hızlı hareket eden kaslarda yeterince oksijen
sağlayabilmek için diğer vücut kaslarında bulunan dış zar yoktur. Ayrıca hızlı
hareket etmede gerekli olan oksijenin sağlanması için arıların tüm vücutları
trake (solunum) boruları ile donatılmıştır.116
Kanat Yapısı
Balarıları uçarken iki
kanatlı gibi gözükmelerine rağmen aslında dört kanada sahiptirler. Uçarken bu
dört kanatlarını sanki iki kanatmış gibi hareket ettirirler. Bu kullanılış
şekli aerodinamik kurallara daha uygundur. Eğer bu dört kanat ayrı hareket
ediyor olsaydı, uçmak için kullanışsız olacaktı. Oysa arılar kanatlarındaki
özel tasarım sayesinde diğer pek çok uçucu canlıdan daha hızlı hareket ederler.
Balarılarında arka
kanatta bir sıra kuvvetli kanca şeklinde tüy bulunur. Bu kancalar ön kanadın
kıvrılmış arka kenarına takılır ve bu sayede uçarken iki kanat gibi hareket
eder. Dinlenme durumunda ise tüm bağlantılar açılarak ön ve arka kanatlar
serbest hale geçer.117
Koku Alma Sistemi
Arıların koku alma
organları antenlerinin üzerinde bulunur. (Böceklerin koku alma organları
insanlardaki gibi solunum delikleri içinde yer almaz. Solunum delikleri
başlarında değil vücutlarının başka bölgelerinde bulunur.) Anteninin içine
doğru beyninden gelen koklama sinirleri uzanır. Ancak bu sinirler koku
maddeleriyle doğrudan temas etmezler. Çünkü böceklerin vücudu -antenler de
dahil olmak üzere- kabuk ile kaplıdır.
Arı antenlerini
mikroskop altına yatırdığınızda antenin üzerinde pek çok delik görürsünüz.
Beyinden gelen koklama sinirleri bu deliklerin içinde son bulur. Ancak bu deliklerin
üzeri özel bir zarla kaplıdır ve sinir uçlarını korumaya yarar. Buna rağmen
kokuyu geçirebilme özelliğine sahiptir. Bu deliklerin arası ise incecik
tüylerle kaplıdır. Bunlar arının duyum tüyleridir.118
Tat Alma Sistemi
Arıların tat alma
organları ağız boşluklarında ve hortumlarında bulunur. Arılar tatlıyı, acıyı,
ekşiyi ve tuzluyu ayırt edebilirler.
Bal toplayan arılar için
bunlardan en önemlisi tatlılıktır. Arılar özellikle şekerin kendilerine gerekli
olan cinslerini çok iyi ayırt ederler. Burada arılarla insanlar arasında şöyle
bir karşılaştırma yapılabilir. İnsanlar besin değeri olmayan tatlandırıcı
maddeler ile şeker arasındaki farkı çok iyi anlayamayabilirler. Oysa arıları
tatlandırıcı maddelerle kandırmak mümkün değildir. Bir arı gerçek şeker ile
tatlandırıcı maddeler arasındaki farkı hemen anlayacak ve tatlandırıcılı sudan
besin almayacaktır. Bu hassas tat alma sistemi arılar açısından çok önemli bir
özelliktir. Çünkü arı topladığı nektarı kullanarak bal üretir. Dolayısıyla
kokunun ve şekerin hatalı algılanması balın ya hiç oluşmamasına veya sağlıksız
olmasına sebep olacaktır.119
BİR MÜHENDİSLİK HARİKASI:
PETEK
Göklerin, yerin ve ikisi arasında
bulunanların Rabbidir,
üstün ve güçlü olan, bağışlayandır. (Sad Suresi, 66)
üstün ve güçlü olan, bağışlayandır. (Sad Suresi, 66)
Arıların en hayret
verici özelliklerinden biri de yaptıkları düzgün altıgen peteklerdir. Kalabalık
bir arı grubu petek inşa ederken seyredildiğinde, ilk akla gelen bu grubun
yaptığı işin sonucunda bir kargaşanın ortaya çıkacağıdır. Birbirinden bağımsız
hareketler yapıyor gibi görünen bu canlıların hep birlikte son derece intizamlı
yapılar meydana getirebileceklerine pek ihtimal verilmeyebilir. Oysa dışarıdan
görülenin aksine, petek ören arılar kusursuz bir uyum içinde ve son derece
düzenli bir şekilde çalışmaktadırlar. Öyle ki her biri farklı yerlerden
başlamalarına rağmen, tümü aynı büyüklükte altıgen hücreler üretebilirler. Bu
altıgenleri ortada birleştirdiklerinde hiçbir şekilde birleşme yerleri belli
olmaz ve altıngenlerin açılarında herhangi bir kayma da olmaz.
Arılar sadece kovanda
ihtiyaç olduğu zamanlarda petek örerler. Bu petekleri barınmak, yiyecek
stoklamak ve larvalarını büyütmek için inşa ederler. Peteklerin her yönden
düzenli bir yapıları vardır. Örneğin arı petekleri çift yüzlüdür. Her iki yüzde
de yüzlerce hatta binlerce göz bulunur. Bu gözlerin bal, polen ve yumurta ile
doldurulmaları da yine belirli bir düzen içinde gerçekleşir. Bir sıralama
yapılacak olunursa bir arı peteğinde, en üstten başlamak üzere orta bölüme
kadar bal bulunur. Ara bölümde polenler, en altta da larva odaları yer alır.
Bal depoları kovanın yan taraflarında da devam eder. Ancak işçi arılar larva
odaları ile bal odaları arasına mutlaka birkaç sıra polen depo ederler.120 Bu şekilde bal, larvalar ve polen birbirine
karışmamış olur. Kuşkusuz petek içinde bal ve larvaların birbirine karışmaması
en çok insanların işine yaramaktadır. Aksi takdirde arıcılar açısından içinden
çıkılmaz bir durum meydana gelirdi. Petekten bir bölümünü ayırmak isteyen
arıcılar, bal almaya çalışırken arı kolonisinin yeni bireylerine istemeden
zarar vermiş olurlardı. Ayrıca larvalarla karışacağı için bal yemek de oldukça
zorlaşırdı.
Burada bu kolaylığın
oluşmasını sağlayan yine şuurlu bir harekettir. Görünüş olarak peteklerdeki
hücreler (örneğin larva hücreleriyle, polen ve bal hücreleri) arasında hiçbir
fark yoktur. Bunların tümü tamamen birbirlerine benzerdir. Ancak bu benzerliğe
rağmen, daha önce de belirttiğimiz gibi, kraliçe boş bal veya polen hücrelerine
yumurta bırakmak gibi bir yanılgıya düşmez. Her zaman doğru yere yumurtalarını
bırakır. Kuşkusuz bu da, kraliçe arıya Allah tarafından verilmiş bir
yetenektir.
EVRİMCİLER PETEKLERİN
İNŞASI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORLAR?
Balarıları diğer bütün
canlılar gibi kendi türlerine özgü davranışlara sahiptirler. Bu davranışlar da
evrimciler açısından soru işaretleri ile doludur. Örneğin evrimciler
balarılarının yaptıkları petekler, aralarındaki iletişim gibi pek çok
özellikleri hakkında sorulan sorulara verecek cevap bulamamaktadırlar. Çünkü
evrim mekanizmaları ile arıların sosyal yaşantılarının ve özelliklerinin
açıklanması imkansızdır.
Charles Darwin özellikle
koloniler halinde yaşamaları nedeniyle "sosyal böcekler" olarak
adlandırılan arıların ve karıncaların davranışlarını kendi teorisinin
mekanizmaları ile açıklamakta zorlandığını pek çok ifadesinde itiraf etmiştir. Türlerin
Kökeni adlı kitabında sorduğu bir soru ile Darwin, kurucusu olduğu teorinin
içgüdüler konusunda içine düştüğü çelişkiyi şöyle vurgulamaktadır:
...İçgüdüler doğal
seçmeyle kazanılabilir veya değişikliğe uğratılabilir mi? Arıyı, -büyük
matematikçilerin buluşlarından çok önceden- petek gözlerini yapmaya yönelten
içgüdü için ne diyeceğiz?121
Darwin'in neden kendi
teorisini sorgulayacak kadar zor durumda kaldığı arıların petek yapımı
incelendiğinde hemen anlaşılacaktır.
PETEĞİN GENEL YAPISI
Bir petek ortadan ikiye
bölünecek olunursa son derece ilginç bir görüntüyle karşılaşılır. Peteğin bir
ara duvarı vardır. Bu ara duvar da diğer kısımlar gibi balmumundan yapılmıştır
ve her iki tarafa doğru sıralanmış olan hücrelerin ortak zeminini oluşturur.
Hücrelerin zemini düz değildir. Biri diğerine uygun olacak şekilde çukurdur.
Karşılıklı hücrelerdeki bu çukurlar yer kazanmak amacıyla birbirlerinin içine
doğru sokulmuştur. Yan duvarlar, hücrelerin ara duvara nazaran aşağıya doğru
hafifçe eğimli durabilmelerini sağlayacak şekilde bir yapıya sahiptir. İşte bu
eğim, dolu hücrelerden balın akmamasını sağlar. 122
Bundan başka kovanda
işçi arıların hücreleri daha yukarıda, erkeklerin sayıca az olan hücreleri ise
aşağıda olacak şekilde bir düzen vardır. Kraliçe hücreleri de yine en aşağıda
inşa edilir. Ayrıca petek hücreleri ihtiyaca göre de örülür. Örneğin kovanda
erkek arı sayısı azaldığında veya kıştan çıkıldığında (kışın kovanda hiç erkek
olmaz) erkekler için üretilen ve diğerlerine göre daha büyük olan hücrelerden
inşa edilmeye başlanır. Aynı şekilde kraliçe hücresi de sadece kovan için yeni
bir kraliçe gerektiğinde yapılır.
Bunlarla birlikte
peteklerin inşasında da son derece önemli detaylar vardır. Peteğin
hammaddesinin üretimi ve kullanılışı, petek oluşturulurken yapılması gereken
matematik hesapları gibi detaylar son derece şaşırtıcıdır.
Petek Yapımındaki İlk
Aşama: Balmumunun Üretimi
Arı peteklerinin temel
inşaat malzemesi balmumudur. Arılar balmumunu, karınlarının altında yer alan 4
çift salgı bezinden salgılarlar. Bu salgı bezlerinin bitiştiği yerde iki küçük
aralık vardır. Balmumu bu aralıklarda ufak ince pullar şeklinde oluşur. Arılar
bu küçük tabakaları almak için tüylerden oluşan arka bacaklarındaki kancalarını
kullanırlar. Bunu balmumu plakasına geçirir ve arka bacaklarıyla çekip dışarı
çıkarırlar. Sonra ileri iterek önce orta, sonra ön ayaklarına ulaştırırlar.
(Arılar 6 bacaklıdır) Son olarak plakayı çene kemikleri ile alır ve yoğurarak
işlenebilir kıvama getirirler.123 Bir mum pulcuğu alınır alınmaz, aralıktan hemen ikincisi çıkar. Yalnız
balmumunun salgılanması için en önemli unsur sıcaklıktır. Bu yüzden işçi arılar
peteği inşa etmeye başladıklarında ilk olarak birbirlerine zincir halinde
kenetlenir, adeta bir top halini alırlar. Bu sayede balmumu için gerekli olan
35 oC ısı sağlanmış olur. Yoğurma işlemi bu en uygun ısı derecesinde
yapılır ve böylece plastikleştirilmiş, inşaata elverişli balmumu hazır olur.
Balmumunun rengi ilk
salgılandığı zaman beyazdır. İçine polen ve başka maddeler karıştıkça renk
sarıya ve kahverengiye döner. Balmumunun kimyasal içeriği ise şöyledir:124
Hidrokarbon % 14
Monoesterler % 35
Diesterler %
14
Hidroksi Polyesterler % 8
Serbest asitler % 12
Balmumu üretimi oldukça
fazla enerji gerektiren bir işlemdir. Bu nedenle arılar 1 kg. balmumu yapmak
için yaklaşık olarak 22 kg. bal tüketirler. Arılar balmumunu salgı bezlerinden
her seferinde yaklaşık olarak bir toplu iğnenin başı büyüklüğünde parçalar
halinde çıkartırlar.125 Bu
oran göz önünde bulundurulduğunda balmumunun neden bu kadar kıymetli olduğu
daha iyi anlaşılmaktadır. Arılar en küçük bir mum kırıntısını bile çok iyi
değerlendirerek balmumundan maksimum istifade ederler. Hatta bir kovanı tamamen
terk etmeleri gerektiğinde de bal tüketerek balmumu üretmek yerine, eski
kovandan balmumu taşımak gibi bir yönteme başvurdukları bile gözlenmiştir. Bu
konuda araştırma yapan Alman bilim adamı Dr. N. Koeniger başka bir yerde yeni
bir kovan yapmak için eski kovanı terk eden bir arı kolonisi bulmuştur. Ertesi
gün işçi arıların kovana geri döndüğünü gözlemleyen Koeniger, arıların eski
hücrelerden balmumu kemirdiğini ve bunları yeni yuvalarına taşıdığını tespit
etmiştir. Arıların bu tutumlu davranışlarının nedeni balmumunun üretiminde çok
enerji gerekmesidir.126
Arılar toplu iğne başı
büyüklüğünde parçalardan oluşturdukları balmumunu çok akılcı bir şekilde
kullanarak en az balmumu ile en fazla petek inşa ederler. Örneğin arıların
22.5x37 cm. ebatlarında bir petek için sadece 40 gr. balmumu harcadıkları
saptanmıştır. Boş ağırlığı 40 gr. olan bu petek yaklaşık 2 kg. bal
depolayabilmektedir.127
Balmumu Nasıl Ortaya
Çıkmıştır?
Arıların petek üretimi
balmumunun varlığına bağlıdır. Balmumu gibi petek yapımı için son derece uygun
olan bir maddenin arılar tarafından üretiliyor olması başlı başına bir
yaratılış delilidir.
Evrimciler, arıların bu
özelliklere ilk ortaya çıktıklarında sahip olmadıklarını ve bütün
özelliklerinin uzunca bir zaman süreci içinde birbirini izleyen tesadüfler
sonucunda ortaya çıktığını iddia ederler. Bu durumda cevaplanması gereken bazı
soruları sorarak, evrimcilerin bu iddialarının dayanaksızlığını incelemekte
fayda vardır.
Öncelikle kendilerine
tamamen yabancı bir madde olan balmumunun içeriğini arılar nasıl bulmuşlardır?
Ve nasıl olup da her arı
aynı formülü, aynı kıvamı hatasız olarak milyonlarca yıldır tutturabilmektedir?
Arılar balmumu gibi
ideal bir malzemenin üretimini yapacakları sistemleri vücutlarında nasıl
oluşturmuşlardır?
Bir an için arıların
herhangi bir şekilde peteğin hammaddesi olan balmumunu üretmeyi başardıklarını
varsayalım. Bu başarı tek başına hiçbir şey ifade etmeyecektir. Çünkü arı aynı
zamanda, yapacağı inşaat için gerekli olan tüm teknik bilgi ve beceriye de
sahip olmalıdır.
Yine bir arının -hiç
mümkün olmasa da- bu özelliklere tesadüf eseri sahip olduğunu varsayalım; bu da
kesinlikle yeterli olmayacaktır. Söz konusu arı, bu bilgiyi bir şekilde diğer
koloni üyelerine öğretmek zorundadır. Ve onların bedenlerinde de balmumu
üretmek için gerekli olan sistemi oluşturması gerekmektedir. Ayrıca daha sonra
gelecek olan nesillere de bu bilgiyi ve üretim sistemini aktarmak zorundadır.
Bunların da ötesinde
bütün arıların birlikte çalışabilecekleri şekilde bir iş bölümü yapmayı
bilmeleri de gerekmektedir. Çünkü arıların her birinin petek örme bilgi ve
becerisine sahip olmaları yeterli değildir. Arıların birlikte iş yapmak için
gerekli olan organizasyonu yapabilecekleri akla ve bilince de sahip olmaları
gerekmektedir. Çünkü arıların bu organizasyonu nasıl gerçekleştirdiği, nasıl
olup da aralarında iletişimin sağlandığı, on binlerce arının karanlık bir
kovanda hiçbir karışıklık çıkarmamasının altında ne gibi bir düzenin yattığı
gibi pek çok sorunun da yanıtlanması şarttır.
Akıl sahibi her insanın,
yukarıda genel olarak özetlediğimiz bu aşamalar üzerinde vicdanını kullanarak
biraz düşünmesi yeterli olacaktır. Arı gibi bir canlının her yönüyle petek
üretebilecek, bu petekleri de en gerekli şekilde kullanabilecek özelliklere
sahip olması elbette ki tesadüflerle meydana gelebilecek bir durum değildir. Bu
olağanüstü inşa yeteneği, ne arının boyutuyla, ne sahip olduğu beynin
kapasitesiyle, ne de aklı ve şuuruyla bağdaşmamaktadır.
Arının bu yeteneklerini,
yeryüzündeki akıl ve bilinç sahibi yegane varlık olan insan ile kıyaslayarak
düşünelim. Bir insan kendi isteğiyle vücudunda işine yarayacak yeni bir salgı
oluşmasını sağlayabilir mi? Örneğin ihtiyaç duyduğu anda tükürük bezlerinin
tutkal üretmesini sağlayacak yeni bir sistemi tasarlayıp, bunu vücuduna
yerleştirebilir mi? Elbette ki insanın böyle bir şey yapamayacağını herkes
bilir. O halde insanın akıl ve şuur sahibi bir varlık olarak yapamadığını, bir
arıdan beklemek makul müdür?
Ne arı, ne de
yeryüzündeki başka bir canlı kendi isteğiyle vücuduna yeni organlar ekleyemez,
yeni yeni salgılar üretemez. Arılardaki tasarım ve mucizevi yetenekler, açıkça
bir Yaratıcı tarafından var edildiklerini kanıtlamaktadır. Arılar da
yeryüzündeki diğer tüm canlılar gibi Allah tarafından yaratılmışlardır. Allah
arılarda insanların düşünüp ibret alması
için benzersiz Aklı'ndan örnekler göstermektedir. Allah herşeye güç yetirendir.
Akıl sahibi insana düşen ise, vicdanının sesini dinleyerek, yaptığı her işte
Yaratıcımız olan Allah'a yönelmek ve tüm hayatını O'nun istekleri doğrultusunda
yönlendirmektir:
De ki: "Göklerden ve
yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gönüllere malik olan kimdir?
Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren
kimdir?" Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki
siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?" (Yunus Suresi, 31)
Petekleri Oluşturan
Birbirine Eşit Hücrelerin Boyutu Nasıl Belirlenir?
Petek hücrelerinin
örülme aşaması da başlı başına bir mucizedir. Son derece düzgün, birbirinin
aynısı altıgenlerden oluşan petekler, arılarda tecelli eden üstün aklın başka
bir göstergesidirler.
Peteğin yapılmasına en
üstten başlanır ve aynı anda 2-3 yerden farklı arılar tarafından aşağıya doğru
örülür. Bir petek dilimi her iki yana doğru genişler ve diğer iki sıra ile
birleşir. Bu iş gayet uyumlu ve düzenli bir şekilde gerçekleşir. Öyle ki
peteğin, farklı iki üç parçanın birleşimi sayesinde bir bütün haline geldiğini
fark etmek mümkün bile değildir. Değişik uçlardan başlanarak inşa edilen petek
dilimleri o kadar düzgündür ki, yüzlerce hücre ve açı barındırmasına rağmen
ortaya tek parça bir yapı çıkar. Petek üzerinde hiçbir ek yerine rastlanmaz. Bu
da arıların işe rastgele koyulmadıklarını, başlangıç ve birleşme noktaları
arasındaki uzaklıkları önceden hesapladıklarını ortaya koyar. Balarılarının
ürettikleri petek gözlerinin genişliği de standarttır. Bal, polen ve larvalar
için inşa edilen petek gözlerin genişliği 5.2-5.4 mm. arasındadır. Sadece erkek
arılar için hazırlanan hücreler 6.2-6.4 mm. civarındadır.128
Arılar petek
hücrelerinin genişliğini ve kalınlığını hassas algılayıcı (duyum) tüyleri
sayesinde ölçerler. Arıların duyum tüyleri özellikle çene ve antenlerde yoğun
olarak bulunur. Bir balarısının tek bir anteninde 8500'e yakın algılayıcı tüy
(sensilla trichodea) ve 500.000 algılayıcı hücre tespit edilmiştir.129 Arılar bu tüyleri kullanarak, ördükleri
hücrelerin duvar kalınlığını ölçerler. Bu ölçümü yaparken son derece titiz
hareket ederler. Bir hücreye balmumu ekleyen arı, hücrenin duvarını sürekli
olarak hafif hafif iter. Duvarda oluşan harekete göre hücrenin elastikiyetini
ve kalınlığını anlar. Bütün bu işlemlerin sonucunda ortaya yine mucizevi bir
durum çıkar. Bütün arıların balmumundan ürettikleri petek duvarlarının
kalınlığı tam olarak 0.07 mm.dir. Bu ölçü ancak 0.002 mm. (milimetrenin binde
ikisi) kadar bir sapma gösterebilir.130
Petek hücreleri bir
yandan inşa edilirken, bir yandan birleştirilmeleri de son derece ilginçtir.
Arılar bir hücreyi tamamen bitirip sonra hemen diğerine başlamazlar. İlk
hücrelerin yan duvarları eklenirken aşağıya doğru yeni hücrelerin yapımına
başlanır. Komşu hücrelerin duvarları alt kısımdan inşa edilmeye başlanır.
Peteklerin inşası devam ederken yeni gelen arılar da bu işe hemen
koyulabilirler. Burada ilginç olan nokta, peteğin inşasına sonradan katılan her
arının, inşaatın hangi aşamada olduğunu hemen anlayarak işe o noktadan
başlayabilmesidir.
Petek gözü
şekillendirildikten ve son haline getirildikten sonra arılar yine karınlarından
çıkan başka bir sıvı ile balmumunu sertleştirerek işlemi tamamlarlar. Böylelikle
her biri birbirinin aynı olan ve kusursuz altıgenlerden oluşan petekler ortaya
çıkmış olur. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, arıların ördükleri bu
peteklerin sayıları çok fazladır. Örneğin, arıların 9.9 kg bal
depolayabilmeleri için 35.000 hücreden oluşan bir petek üretmeleri
gerekmektedir. 131
Buraya kadar verilen
bilgilerden anlaşıldığı gibi, arı peteğinin hem üretim aşamasında hem de genel
olarak tasarımının her aşamasında tam anlamıyla bir kusursuzluk söz konusudur.
Öyle ki peteğin kenarlarının tasarımı dahi son derece şaşırtıcı bir yapıya
sahiptir. Arılar peteğin kapağını yaparken altıgen, yanlarda yamuk, tavanda ise
eşkenar dörtgen tarzını esas alırlar. Bu sayede iki taraflı petek gözlerinin
tavanlarını birleştirmiş olurlar. Bir taraftaki üç petek gözün ortasına öbür
taraftaki petek gözün tavanını yerleştirerek de peteklerin dayanıklı olmasını
sağlarlar.
Arılardaki Petek Yapımı
Benzersizdir
Arıların dünyası
incelendikçe bilim adamlarının şaşkınlıkları daha da artmıştır. Onları
şaşırtan, altıgen, yamuk, eşkenardörtgen gibi matematiksel şekillerle ilgili
hesaplamaların ve bu şekillerin hangisinin peteğin neresinde bulunacağı gibi
detayların arılar tarafından eksiksiz bir şekilde yapılıyor olmasıdır. Örneğin
arılar konusunda yazılmış önemli eserlerden olan The World of Bees kitabında
araştırmacı Murray Hoyt petek yapımını şöyle özetlemektedir:
Bir sürü farklı arının,
ağızlarındaki balmumunu gerekli yere bıraktıktan sonra aynı kalınlık ve şeklin
oluşması şaşırtıcıdır. Bütün bunlardan, on binlerce böcekten her birinin kendi
kendine usta birer mühendis olduğunun kanısına varıyorsunuz.
Her arı petekteki kendi
bölgesine küçük bir balmumu ekler. Ve her bir petek hücresi buna rağmen
diğerleriyle aynı ölçü ve şekildedir. Arıların çalışmasına baktığınızda
herbirinin kendi kafasına göre bir oraya bir buraya rastgele koşuşturduğunu
sanırsınız. Petek işleminde sanki bir mühendisin harika programı gibi ölçüler
ve genişlikler vardır. Yüzlerce, binlerce arı her noktasından işler,
değiştirir. En uygun boşluklar, en uygun hücre ölçüleri ortaya çıkar.132
Yukarıdaki ifadeler son
derece düşündürücüdür. Bir insanın elinde cetvel, gönye gibi aletler olmadan
düzgün geometrik şekiller çizmesi son derece zordur. Bir insanın arıların her
petek ördüklerinde yaptıkları gibi, bir altıgenin 120 derecelik iç açılarını
tutturması ise olanaksızdır.
Ayrıca unutmamak gerekir
ki, kağıt üzerinde çizilmeye çalışılan şekiller iki boyutludur. Arılar ise üç
boyutlu altıgen prizmalar meydana getirirler. Bu üç boyutlu prizmaların inşasında
duvarların kalınlığı, elastikiyeti gibi çok hassas hesaplamalar vardır. Ayrıca
petek iki yönlü olduğu için iki taraftaki hücrelerin tabanlarının birleştirilme
problemi de ortaya çıkacaktır. Bundan başka bütün petek hücrelerinde balın
dışarı akmasını engelleyen 13 derecelik bir eğim de vardır.133
Tüm bunların da ötesinde
-yukarıda belirttiğimiz gibi- petek, ayrı ayrı parçaların biraraya
getirilmesiyle ortaya çıkan bir yapıdır. Yani küçük bir parçanın gittikçe
genişleyip büyümesiyle petek oluşmaz. Peteklerde her arının bağımsız olarak
ürettiği parçalar uc uca eklenmektedir. Aynı anda değişik bölgelerde üretilmiş
olan petek dilimleri birleştiğinde dahi arada hiçbir iz kalmaz. Hücrelerin
birleşim noktalarına denk gelen altıgenler yarım da kalmaz veya farklı boyutta
oldukları için birbirinden farklı yüksekliklerde, uyumsuz hücrelerin meydana
gelmesi gibi problemler de oluşmaz. Arılar hücreleri birbirlerine öylesine
kusursuz bir şekilde birleştirirler ki, petek yapımı bitirildikten sonra
birleşim yerlerini tespit etmek mümkün değildir.
Akla arıların neden
petek yapımına tek taraftan başlamadıkları gibi bir soru gelmiş olabilir. Eğer
arılar tek bir taraftan petek üretimine başlasalardı, peteğin inşası çok uzun
sürerdi. Çünkü inşa edilen alan dar olacağından, ancak hücre sayısı arttıkça
yeni arılar göreve başlayabilecekti. Şu anda tüm arıların yaptıkları gibi
birkaç taraftan petek örülmeye başlandığında ise, çok daha fazla arı çalıştığı
için çok süratli bir şekilde petek tamamlanmış olur.
Görüldüğü gibi petek yapımı
ile ilgili detaylar son derece fazladır. Peteğin özel olarak tasarlanmış bir
yapı olduğu çok açık görülmektedir.. Böyle bir yapıda tesadüf olasılığını
düşünmek ise son derece saçma olacaktır. Arıların hayatlarındaki her aşama
Allah'ın sınırsız kudretinin ve yaratma gücünün bir tecellisidir.
Arıların Yaptıkları Akıl
Almaz Hesaplar
Arıların yaptıkları işin
mucizevi yönünün daha iyi kavranması için bir örnek üzerinde düşünelim. Şimdi
elinizde hepsi aynı ebatlarda olan tuğlalar olduğunu düşünün. Bunları, düz bir
çizgi üzerinde, çizginin her iki ucundan ve aynı anda başlayarak dizmeniz
istense (karşı tarafta size yardım eden bir kişi daha bulunmak kaydıyla) bunu
rahatlıkla başarırsınız. Hiçbir hesaplama gerektirmeyen bu işte orta noktaya
geldiğinizde arada tuğlanın kendi boyundan daha küçük olan bir boşluk kalması
büyük bir ihtimaldir. Ama bu sorunu bir tuğlayı kırıp-kısaltarak çözebilir ve
boşluğu doldurursunuz.
Bir de bu işlemi
arıların petek örerken yaptıkları gibi en uçtakiler hariç hiçbir tuğlayı kısaltmadan
yapmanızın istendiğini varsayalım. Bu durumda ne yapardınız? (Arılar, altıgenin
geometrik şekli sebebiyle, peteğin sadece tutunma noktalarında, yarım
altıgenler -yani yamuklar- örerler) Yani arıların yaptıkları gibi işlem
yapacağınızı varsayarsak sadece her iki uçtakileri kırma hakkınız vardır. Diğer
tuğlaların tümü arıların yaptıkları hücreler gibi eşit olmak zorundadır.
Bu işlemleri yapabilmek
için bazı hesaplar yapmanız gerekmektedir. Çünkü böyle bir işe rastgele
koyularak başarılı olmanız ve doğru sonucu elde etmeniz mümkün değildir. Tam
isteneni gerçekleştirebilmeniz için sırayla bazı hesaplamalar yapmanız
gereklidir. Öncelikle,
1-Elinize bir metre
almalı ve çizginin uzunluğunu ölçmelisiniz.
2-Daha sonra tuğlalardan
tek birinin uzunluğunu ölçmelisiniz.
3-Çizginin uzunluğunu,
tuğla uzunluğuna bölmelisiniz. Eğer çizginin uzunluğu tuğlanın uzunluğunun tam
katı kadar değilse elde edeceğiniz sayı küsürlü bir sayı olacaktır.
4-Ortaya çıkacak sayının
virgülden sonraki kısmı çok önemlidir, çünkü bu en uçtaki tuğlaların ne kadar
kısaltılması gerektiğini belli edecektir. Örneğin bu sayı 0.25 gibi bir
değerse, her iki uca koyacağınız tuğlaların toplam uzunluğu 0.25 oranını
geçmemelidir. Bu durumda çıkan sayıya göre bir ayarlama yapabilirsiniz.
5-Burada bulacağınız
sayıya göre her iki uca da kısaltılmış iki tuğla koyduktan sonra artık
tuğlaları dizebilirsiniz. Ortaya geldiğinizde koyduğunuz son tuğla tam
gelecektir. Tabi bu aşamaya kadar bir işlem hatası yapmadıysanız!
Yukarıdaki anlatımlarda
da görüldüğü gibi bu işi ancak birtakım hesaplar yaparak, bazı ölçü aletleri
kullanarak tam olarak başarabilirsiniz.
Gelelim arıların tuğla
deneyindekinden çok daha karışık olan ve hiçbir alet kullanmadan yaptıkları
hesaplamalarına…
Arıların düz bir satıh
üzerinde çizgi çekmek ya da tuğla dizmek gibi bir işlem değil, her biri
diğerinin aynı ölçülerdeki altıgenleri yanyana ekleyerek bu işlemleri
yaptıklarını da bir kere daha hatırlatalım. Arılar 0.74 milimetreküplük bir
beyne sahip, ağırlıkları ise 80 ila 110 mg arasında değişen böceklerdir.134 Bununla birlikte ancak insanların yapabileceği
hesaplamaları yaparak, hatta kimi zaman insanın bile zorlanacağı açı
hesaplarını da hiç yanılmadan başararak birbirinin aynı olan altıgenleri
oluştururlar. Bu arada bir kovanda petek örmekte olan arıların tümünün bu
hesaplamaları ve ölçümleri yapabildikleri, hepsinin birbirine uyumlu bir
şekilde hareket ederek petekleri ördükleri de unutulmaması gereken bir
noktadır.
Arıların balmumundan
ördükleri hücrelerin her birinin genişliği her zaman için 5.2 ile 5.4 mm.
arasında idi. Peteğin kısıtlı bir alana problem çıkmadan sığdırılabilmesi için,
yanlardaki tutunma noktalarına denk gelen yarım hücrelerin (yamukların)
genişlikleri de çok önemlidir. Eğer her iki uçtakiler (bazen üçüncüler de) biraz
geniş veya biraz dar yapılsa orta noktaya gelindiğinde yanlış birleşimler
ortaya çıkacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha vardır: Tüm
uzunluklar kusursuz bir hesaplamayla hesaplanarak işe başlansa bile, eğer arı
gruplarından biri biraz aşağıdan veya yukarıdan işe başlayacak olursa, orta
noktaya gelindiğinde birbirine göre farklı hizalara denk gelen petek grupları
oluşacak ve artık bunları birleştirmek mümkün olmayacaktır. Başka bir önemli
ayrıntı da, eğer ortadaki arı grubu petek parçasını biraz sola veya sağa
kaydırarak örmeye başlayacak olursa, iki taraftan gelen petekler ortadaki ile
birleşemeyecektir.
Yukarıdaki örneğe tekrar
dönecek olursak, tuğlaları iki uçtan dizmeye başlamışken olaya bir üçüncü
kişinin girmesinin ve çizgi üzerine tuğla koymaya başlamasının yapılan işi
karıştıracağı da açıktır. Bu defa o kişinin koyacağı ilk tuğlanın tam yerinin
doğru olarak hesaplanması gerekecektir. Çünkü tuğla hatalı bir yere konulursa
her iki tarafında da boşluk kalacaktır.
Ama arılarda böyle bir
hata ya da birleşim yerinin belli olması gibi bir problem yaşanmaz. Aynı anda
kaç arı çalışırsa çalışsın, hepsi birbiriyle son derece şaşırtıcı bir uyum
içinde, adeta usta birer mühendis gibi işlerini başarıyla sonuçlandırırlar.
Sadece Kalem Kullanarak
Düzgün Bir Petek Oluşturabilir misiniz?
Şimdi de daha basit bir
deney yaparak arıların yaptıkları işlemleri farklı bir örnekle inceleyelim.
Bunun için bir dosya kağıdının üzerine, birkaç kenarından başlayarak altıgenler
çizmeye başlayın ve sayfanın ortasında bu altıgenleri birleştirmeye çalışın.
Ama bu sırada hiçbir birleşim noktasının belli olmamasına özellikle dikkat
edin. En önemlisi de bunu cetvel, gönye gibi araçlar kullanmadan ve hiçbir
hesaplama yapmadan başarmaya çalışın. Bunun oldukça zor, hatta imkansız bir
işlem olduğunu göreceksiniz. Bir de üç-dört kişinin her birinin farklı
noktalardan başlayarak böyle bir çizimi aynı kağıt üzerinde tamamlamaya
çalıştığını düşünecek olursak yapılması istenen işlemin ne kadar zor olduğu
daha iyi anlaşılacaktır.
Ayrıca şunu da
hatırlatmak gerekir: Siz bu çizimi yaparken hata yaptığınızda, hatalı çizimi
silip yeniden yapma imkanına sahipsiniz. Ama arılar petekleri örerken hatalı
yapıp yeniden başlama gibi bir yöntem kullanmazlar. Onlar, petekleri hiç hata
yapmadan tek bir kerede örerler.
Bu örneklerde de
görüldüğü gibi bir arının içinde bulunduğu şartlara sadık kalarak, aynı
mükemmellikte altıgenler yapmak, sonra da bunları birleştirerek bir petek
oluşturmak son derece zordur. Üstelik arıların ilk ortaya çıktıkları andan
itibaren ürettikleri kusursuz yapılı peteklerdeki mucizeler sadece bu kadarla
da sınırlı değildir.
Petekteki Açılar
Arıların petek
hücrelerini inşa ederken 3 ayrı açıyı dikkate almaları gerekmektedir.
1-Petek hücrelerinin iç
açıları
2-Hücrelerin yere
yaptıkları açı
3-Hücre tabanlarındaki
eşkenar dörtgenlerin açıları
Arılar kusursuz bir
altıgen için gerekli olan 120 derecelik açıyı da tamı tamına tutturarak petek
hücrelerini inşa ederler. Bal arılarının petek inşasında dikkat ettikleri bir
başka nokta ise hücrelerin eğimidir. Hücreler yere tam paralel olarak inşa
edilse içeri konulan bal dışarıya akacaktır. Hücreler arılar tarafından her iki
yana doğru 13'er derece yükseltilerek yere tam paralel olmaları engellenir.135
Arıların kullandıkları
üçüncü açı ise hücre tabanlarının birleşme açılarıdır. Bu konu bilim adamları
arasında tartışma yaratmış ve sonuçta yine arıların zaferi ile sonuçlanmış son
derece dikkat çekici bir konudur.
Arıların Bilim Adamlarına
Karşı Kazandıkları Bir Zafer:
Hatasız Eğim Hesabı
Hatasız Eğim Hesabı
Önceki sayfalarda
belirttiğimiz gibi arılar peteklerini iki yönlü olarak örerler. Altıgen prizma
şeklindeki petek hücreleri tabanda diğer tarafın hücreleriyle birleşir.
Arıların ördükleri petekler her yönden kusursuz bir tasarıma sahiptir. Ancak petek
hücrelerinin birleşim noktalarında ayrı bir tasarım harikası söz konusudur.
Bu tasarımda dikkat
edilmesi gereken ilk nokta petek hücrelerini oluşturan altıgen prizmaların
tabanlarında 3 adet eşkenar dörtgen bulunmasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken
ikinci bir ayrıntı ise her bir petek hücresinin, arka tarafta her zaman 3
hücrenin ortasına geçecek şekilde tasarlanmış olduğudur. Petek hücrelerinin bu
içiçe geçmiş yapısı, peteğe maksimum dayanıklılık sağlamaktadır. Burada tabanda
birleşen hücrelerin adeta perçinlenmiş çelik bağlantılar gibi birbirlerine
kaynatılmış olduğunu söylemek de mümkündür.
Arıların petek
yapımlarındaki kusursuz tasarımı inceleyen bilim adamları 3 petek hücresinin
tabanlarının karşı taraftaki tek bir peteğin tabanı olacak şekilde örülmesi
sırasında yapılan akıl almaz matematik hesaplamaları karşısında şaşkınlıklarını
gizleyememişlerdir. Bu son derece karmaşık matematik işlemleri gerektiren bir
tasarımdır.
Tıpkı arıların
yaptıkları gibi oldukça karışık olan bu hesabı yapan bilim adamları biraz önce
bahsedilen niteliklerin sağlanması için çok hassas açılar ortaya koymuşlardır.
Ünlü matematikçi Konig'in yaptığı bu hesaba göre en kusursuz yapı için
tabandaki bu açıların tam 109 derece 26 dakika ve 70 derece 34 dakika olması
gerekmektedir.
Peki arıların
kullandıkları açılar nedir? Yapılan ölçümlerde arıların petek inşa ederken tamı
tamına 109 derece 28 dakika ve 70 derece 32 dakikalık iki açı kullandıkları ve
bu hesapta hiçbir zaman en ufak bir sapma olmadığı görülmüştür. Bu elbette ki inanılmaz
bir durumdur. Arılar inanılmazı başarmakta ancak matematik dehalarının
çözebileceği bir hesabın altından kalkmaktadırlar.
Yalnız bu hesaplamayla
birlikte arıların yaptıkları hesap, 1 derecenin sadece 1/30'u (1 derece 60
dakika'dır. Peteklerle bulunan açı arasındaki 2 dakikalık fark 1/30 dereceye
denk gelir) miktarında bir sapma göstermektedir. Yani, arılar -dikkate almaya değmeyecek kadar bile
olsa- bir hata payı ile peteklerini
örmektedirler.
Evet ortada 1/30
derecelik bir hata gözükmektedir. Bu fark sebebiyle bilim adamları
önceleri arıların tam olarak doğru açıyı
tutturamadıklarını ve mükemmel sonuca bir hata payı ile yaklaştıklarını
düşünmüşlerdir. Oysa işin en can alıcı noktası bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Çünkü ortada arıların yaptığı bir hata yoktur.
Ünlü İskoç matematikçi
Colin MacLaurin (1698-1746) aynı hesabı tekrar yapmış ve ulaştığı sonucu bilim
dünyasına açıkladığında büyük bir şaşkınlığa neden olmuştur. Çünkü, MacLaurin,
arıların kullandığı açının tamı tamına doğru olduğunu, petekler üzerindeki ilk
araştırmayı yapan Konig ve ekibinin, hesaplarında kullandıkları logaritmik
cetveldeki bir hata sebebiyle yanlış sonuca vardıklarını ortaya koymuştur.
Kısacası anlaşılmıştır
ki arıların ördükleri peteklerde en ufak bir hata yoktur.136 1/30 derecelik hata arılara değil bilim
adamlarına aittir.
Niçin Altıgen?
Görüldüğü gibi petekler,
çoğu insanın yapamayacağı kadar ince hesaplamalara dayanan ve bu özellikleriyle
bilim adamlarını hayretler içinde bırakan mimari harikalardır.
Peteklerin yapısını
inceleyen bilim adamları arıların petekleri neden gelişigüzel şekillerde veya
sekizgen, beşgen, üçgen olarak değil de her zaman altıgen olarak inşa ettikleri
konusu üzerinde oldukça detaylı araştırmalar yapmışlardır.
Bu sorunun cevabını Animal Architecture kitabının yazarı,
aynı zamanda arılar konusunda dünyanın en tanınmış bilim adamı olarak bilinen
Karl von Frisch şöyle vermektedir:
Petekler altıgen yerine
örneğin daire veya beşgen şeklinde inşa edilseydi arada kullanılmayan bölgeler
ortaya çıkacak, böylece hem daha az bal depolanabilecek hem de araları
doldurmak için boş yere balmumu harcanacaktı. Derinlikleri aynı olduğu sürece
üçgen ve dörtgen hücrelerde de altıgen hücrelerdeki kadar bal depo
edilebilirdi. Ancak bu şekillerden çevresi en kısa olan altıgendir. Aynı hacime
sahip olmasına rağmen, altıgen hücreler için kullanılan malzeme üçgen veya
dörtgen için kullanılandan daha az olacaktır. Bu durumda şu sonuca varılır:
Altıgen hücre, en çok miktarda bal depolarken, inşası için en az balmumu gerektiren
şekildir. Yani arı, olabilecek en uygun şekli kullanmaktadır. Arıların altı
köşeli hücreleri kullanışlı bir tasarımdır. Hücreler birbirine uygun ve
duvarları ortaktır. Bu, en az balmumuyla en fazla depolama yerini sağlar. Aynı
zamanda bu hücreler çok dayanıklıdır. Kendi ağırlıklarının birkaç katını
taşıyabilirler. 137
Yukarıdaki alıntıda Karl
von Frisch, "Neden altıgen?" sorusunun cevabını açık olarak
vermektedir. Ama asıl cevap verilmesi gereken arıların bunu nasıl
keşfettikleridir. Peteklerdeki bu kusursuz tasarımın arılar tarafından hayali
evrim süreci içinde yavaş yavaş geliştirilemeyeceğini anlamak için sadece
sağduyulu bir insan olmak yeterlidir. Bir arının bir gün beşgen petek yapıp,
daha sonraki gün üçgen deneyip, bir süre böyle devam edip, daha sonraki
günlerde, yıllarda veya yüzyıllarda altıgenin petek yapımında en karlı şekil
olduğunu anlayıp, bunda karar kıldığı gibi bir senaryoyu düşünmek bile son
derece saçmadır. Böyle bir şeyi iddia etmek, arıların en az insanlar kadar akıl
ve bilinç sahibi varlıklar olduğunu iddia etmektir. Ki bu iddianın kabul
edilmesi de aklen ve vicdanen mümkün değildir.
Arılar Allah tarafından
yaratılmışlardır. Evrimsel bir süreç geçirmemişlerdir. Hiçbir şekilde değişime
uğramamışlardır. İlk yaratıldıkları andaki özellikleri neyse günümüzdeki
özellikleri de odur.
Sonuç
Bu kitap boyunca
incelediğimiz gibi, arıların yaptıkları çoğu iş insanlar için son derece
hayranlık vericidir. Birkaç haftalık kısa bir yaşam süresi olan balarıları
sırayla bir işten diğerine geçerek kovandaki tüm işleri yaparlar. Yavru
bakımından petek inşasına, besin bulmadan bal üretimine kadar her işi
başarırlar.
Bu şaşırtıcı işleri
başaran bir balarısının sinir sisteminde 7000 dolayında sinir hücresi bulunur.
Oysa bir insanın sinir hücreleri sayısı bunun 2 milyon katıdır.138 Buna karşılık balarısı, kitabın başından beri bir
kısmını ayrıntılı olarak incelediğimiz, insanları hayrete düşüren şu işleri
kusursuzca yapabilmektedir:
-Kovanda bir dizi
karmaşık işi yapar: Yavruları besleme, temizlik yapma, havalandırma, onarma,
yarıkları kaplama gibi;
-Özellikle dost ve
düşman arıları ayırt edebilir.
-Güneş'in açısına göre
yön belirleyebilir.
-Ultraviyole ışınlarını
fark edebilir.
-Taşıdığı polen
(çiçektozu) ağırlığını hesaplayabilir.
-Göğün parlaklığına, yeryüzündeki
işaretlere bakarak ve yolu üzerindeki kokuları algılayarak doğru bir uçuş
rotası tutturabilir.
-Uçuş sırasında
katettiği uzaklığı hesap edebilir.
-Besin bırakmak için
kovanın en uygun bölümünü tespit edebilir.
-Kovanda yapılan dansta
hareketlerin frekansını ölçebilir ve bu yolla yiyecek kaynağının uzaklığını
anlayabilir.
-Dikine konulmuş bir
kovanda dans edildiğinde Güneş ile yiyecek kaynağı arasındaki açıyı
hesaplayabilir.
-Son derece kusursuz
düzgünlükte altıgen petekler inşa edebilir…
Ancak yukarıda
saydığımız işlerin tümünü birden yapabilen bu canlılarla ilgili bir noktaya
dikkat çekmekte fayda vardır: Bütün bunları başaran bir balarısının beynindeki
sinir hücrelerinin toplam sayısı, yetişkin bir insanın Latince balarısı (apis
mellifica) kelimelerini söylemek için kullandığı sinir hücresi sayısından daha
azdır.139 Bir balarısının toplam
beyin hacmi 0.74 milimetre küptür.140 Hatta kovanın en hayati arısı olan kraliçenin beyni ise -iri cüssesine
rağmen- daha da küçüktür: 0.71 milimetre küp. İşte bu bilgilerden karşımıza
çıkan sonuç şudur: Arıların yaptıkları işlerin beyin kapasiteleriyle bir
bağlantısı yoktur. Onlara tüm bu kusursuz yetenekler "verilmiş"tir.
Şimdi bütün bu bilgileri
tekrar düşünelim. Arılara, bu olağanüstü özellikleri kim vermiştir? İnsanların
yapamayacakları hesapları yapabilen, sayısız özellikle donatılmış bu canlılar,
nasıl var olmuşlardır? Bu hayvanlar nasıl olur da, dünyaya gelir gelmez, hiçbir
eğitim almadan, inanılmaz işler başarırlar? Dahası, görevlerini toplumsal bir
düzen içinde nasıl olur da kusursuzca yerine getirirler? Sahip oldukları
organizasyon ancak çok üstün bir akıl tarafından yapılabilecek kadar
kusursuzdur. Peki bu şuursuz canlılar nasıl böyle bir organizasyonu
gerçekleştirebilirler?
İşte bu sorular üzerinde
düşündüğümüzde karşımıza çıkan tek bir gerçek vardır: Arılara bu özellikleri,
bu şaşırtıcı yetenekleri veren sonsuz kudret sahibi olan Allah'tır. Allah
yarattığı tüm canlılarda oluduğu gibi arılarda da sınırsız ilmini ve örneksiz
yaratışını bizlere göstermektedir. Bu yaratılışa şahit olan insan için
yapılacak tek şey, herşeyin hakimi olan Rabbimiz'i yüceltmek ve Allah'a teslim
olmaktır.
… O'nun, alnından
yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru
bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) (Hud Suresi, 56)
BAL MUCİZESİ
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler
vardır,
size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar)
ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan
dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar)
ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan
dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
Arılar tarihin çok eski
devirlerinden bu yana insanlara bal üreterek hizmet etmektedirler. Öyle ki
arıcılık tarihi MÖ 3500 yıllarına kadar uzanmaktadır.141
Balın Üretimi
Bilindiği gibi balın ana
malzemesi, arıların çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından topladıkları
nektarlardır. Arılar nektarı bala çevirirler. Polenlerin ise bal yapımında bir
etkisi bulunmaz, arılar tarafından sadece protein ihtiyaçlarını gidermek için
kullanılır.
Çiçeklerden ve meyve
tomurcuklarından alınarak yutulan nektar, arıların "bal midesi"
denilen organlarında kimyasal bir değişime uğrar ve içinde birçok vitamin ve
mineral bulunan ağır şekerli bir sos halini alır. Daha sonra bal, kovandaki
hücrelere yerleştirilir ve üzerleri mumdan bir kapakla örtülür. Bal petek
içindeyken arılarca sağlanan özel havalandırma sistemi sayesinde bildiğimiz tat
ve kıvamına gelir.142
Balın rengi, şeker
dengesi ve tadındaki farklılık tamamen toplanan nektarlardan kaynaklanmaktadır.
Balın kokusunu, çiçeklerdeki aromalı "volatil" yağı verir ki bu, aynı
zamanda çiçeklerin kokularını sağlayan yağdır.
Bal üretimi çok büyük
bir çaba gerektirir. Örneğin sadece 1/2 kg ham nektarı toplamak için 900 arının
bir gün boyunca çalışması gerekmektedir. Toplanan bu miktarın ise ancak bir
kısmı bala çevrilebilir. Çiçeklerdeki nektardan elde edilecek balın miktarı
tamamen getirilen nektarın şeker konsantresine bağlıdır. Örneğin elma çiçeğinin
fazla şekeri bulunmaz. Bu yüzden bu ağaçtan elde edilen nektarın çok azı bala
dönüştürülebilir.143
450 gramlık saf balı
elde edebilmek için yaklaşık olarak 17.000 balarısının 10 milyon çiçeği ziyaret
etmesi gereklidir. Arının yiyecek aramak için ihtiyaç duyduğu ortalama bir
gezinti, yaklaşık olarak 500 çiçek ziyaretini gerektirir ve 25 dakika sürer. Bu
yüzden 450 gram saf bal elde etmek için arıların 7000 iş saati çalışmaları
gereklidir. 144
Son derece zahmetli bir
iş olmasına rağmen arılar, balı ihtiyaçlarından kat kat daha fazla üretirler.
Kuşkusuz bu, Allah'ın insanlara verdiği güzel bir nimettir.
Balın İçeriği
Balın hiç şüphesiz ilk
akla gelen özelliği tatlı olmasıdır. Bunun sebebi balın içindeki üç şekerdir:
Üzüm şekeri (% 34), sakroz (% 2) ve levulose (meyve şekeri % 40).
Bundan başka balın %
17'si su, geri kalan % 7'lik bölümü ise demir, sodyum, sülfür, magnezyum,
fosfor, polen, manganez, alüminyum, gümüş, albümin, dekstrin, nitrojen, protein
ve asitlerden oluşur. Balın kalitesini belirleyen bu % 7'lik karışımdır.145
Balı bildiğimiz şekerden
ayıran çok önemli bir fark vardır. Şeker ancak sindirim sisteminde değişime
uğradıktan sonra kana karışırken, bal sindirime gerek olmadan çok süratli bir
şekilde kana karışır. Çünkü içerdiği meyve şekeri ve üzüm şekeri, ilk başta
oranı oldukça fazla olan sakrozun ters-yüz olmasıyla meydana gelir. Bu yüzden
bu şekerlere "basit şekerler" denir. Kısacası bal insan vücudunun en
yüksek derecede ve en hızlı şekilde faydalanacağı şekilde tasarlanmış bir
gıdadır. Ilık su ile karıştırılan balın birkaç dakika içinde vücuda enerji
verdiği tespit edilmiştir.
Baldaki Şifa
Bal, gerek içinde
barındırdığı vitaminler ve minerallerle, gerekse yapısal özellikleri sebebiyle
insanlar için tam bir şifa niteliğindedir ve Kuran'da da bu konuya dikkat
çekilmiştir:
Rabbin balarısına vahyetti:
Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra
meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda
yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda
insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten
bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Balın en önemli
özelliklerinden biri, içinde bakteri barınamamasıdır. Dr. Bodag F. Beck
"Bal ve Sağlık" adlı kitabında buna şöyle değinir:
Bütün canlıların
yaşamlarını devam ettirebilmek için bir miktar neme ihtiyaçları vardır.
Bakteriler balla temas ettiklerinde nemden yoksun kalır ve yok olurlar. Ayrıca
balın asidik tepkisi de bakterilerin yaşamaları için uygunsuz bir ortam
oluşturur. İnsan vücudunu etkileyen birçok mikroorganizma balda yok olur. 146
Bal, içinde bakteri
barındırmamakla kalmaz aynı zamanda bir bakteri yok edici olarak da kullanılır.
Örneğin antibiyotiklere karşı dirençli olduğu bilinen MRSA bakterisinin bala
karşı koyamadığı tespit edilmiştir.147
Dr. W. Sackett bal
sayesinde tifo mikroplarını 48 saat içinde yok etmiştir. Dizanteri mikropları
10 saat içinde ölmüştür.148
Bu bilgilerden de
anlaşılacağı gibi bal, "şifa" yönü son derece güçlü bir besindir.
Henüz günümüzde kesin olarak tespit edilmiş bu özelliğine, Kuran'da 1400 yıl
önceden dikkat çekilmiştir. Kuşkusuz bu da, sonsuz kudret sahibi Allah'ın
indirmiş olduğu Kuran'ın mucizelerinden biridir.
Balın içinde,
minerallerin, şekerlerin ve birçok vitaminin yanısıra, az miktarlarda, birtakım
hormonlar, çinko, bakır ve iyot da vardır. Yan sayfadaki tablo 100 gram balın
kimyasal analizini göstermektedir.
BENZERSİZ BİR BESİN: ARI POLENİ
Arıların bir başka
ürünleri de arı polenidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi arılar çiçeklerden
topladıkları poleni doğrudan doğruya kullanmaz, "arı poleni" denilen
bir maddeye dönüştürürler. Bu dönüşüm çiçekten toplanan polenlere, nektarın ve
bazı enzimlerin eklenmesiyle yapılır.
Arıların imal ettikleri
bu karışımda ihtiyacımız olan herşey vardır. Arı poleninin, % 25'i bitki
proteinidir. (8 tanesi temel amino asitlerden olmak üzere en az 18 amino asit)
Bundan başka bir düzineden daha fazla vitamin, 28 mineral, 11 enzim ve yardımcı
enzimler ile 11 karbonhidratı içerir. Arı poleni bu içeriğiyle bir besin
olmanın çok ötesinde bir değere sahiptir.
1950'lerden bu yana arı
poleni üzerinde birçok çalışma sürdürülmektedir. Özellikle Paris yakınlarında
bulunan Apiary Araştırma Laboratuvarları'nda bu konuda sayısız deney
yapılmıştır. Arı poleninin, koli basili ve bazı salmonellalar (bir bakteri
türü) üzerinde etkili olan antibiyotik maddeleri içerdiği, bunun yanısıra,
besleyici, kuvvetli ve metabolik avantajlar sağlayan bir madde olduğu da
anlaşılmıştır. 149
Beslenme uzmanı Dr.
Paavo Aitrola arı polenini şöyle övmektedir:
Polen doğadaki besin
açısından en zengin ve mükemmel besindir. Vücudun strese ve hastalıklara karşı
direncini artırır, birçok hastalık vakasında iyileşmeyi hızlandırır..."150
Ruslar da arı poleni
konusuna oldukça önem vermişlerdir. Vladivostok'taki Longevity (Uzun Yaşam)
Akademisi'nin başkanı Dr. Naun Petrovich Joirich şöyle demektedir:
… Arı poleni orjinal bir
besin ve ilaç hazinesidir. Yaşam için gerekli olan bütün temel maddeleri
içermektedir.151
Fiziksel performansın
güçlendirilmesi de arı polenine bağlanmıştır. Carlson Wade "Arı Poleni
ve Sağlığınız" (Bee Pollen and Your Health), Linda Lyngheim ve Jack
Scagnetti "Arı Poleni," (Bee Pollen) adlı kitaplarında, arı
poleni sayesinde atletlerin güçlendiğinden bahsetmektedirler. 152
ARI SÜTÜ
Arı sütü son derece
kompleks ve henüz tanımlanamayan bazı bileşikler içerdiği için sentetik olarak
üretilemeyen bir maddedir. Doğal hormonlar, mineraller, B vitaminleri, folik
asit, yağ asitleri, vücutta eksikliği Parkinson, Alzheimer ve benzeri diğer
sinir sistemi hastalıklarına sebep olan acetylcholine maddesi, amino asitler,
proteinler, yağlar ve karbonhidratlar bakımından zengindir. Ayrıca vücuttaki
doku yenilemesinde ve büyümesinde önemli bir rolü olan aspartik asiti de
içermektedir.
Arı sütü anti
bakteriyel, anti virütik, besleyici ve yaşlanmayı önleyici etkilere sahiptir.
Ayrıca solunum, iskelet, sinir, üretim, endokrin, kalp damarları, savunma ve
hücre sistemleri için faydalıdır. Arı sütü hormon dengesini harekete geçirici
etkiye sahiptir. Hormonları ve metabolik fonksiyonları düzenler ve
normalleştirir. İnsanın yaşı ilerledikçe bozulan hücre yenilenmesine yardım
eder. Deri problemlerini tedavi etmenin yanısıra derinin rengini de korur.
Kronik yorgunluk, ciddi
hastalıklar, ameliyat ya da travma gibi durumlardan sonra vücudun güç
kazanmasını sağlar. Enerji artırıcı etkisi vardır. Serum kolestrolü ve yağ
sayımlarını düşürür, damar sertliğini engellemeye yardımcı olur. Ayrıca
karaciğeri koruma, doku ve kas oluşturma, kemik büyüme ve sağlığını destekleme,
hafızayı güçlendirme, kiloyu düzenleme ve yara tedavilerinin desteklenmesinde
de faydalı olduğu yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılmıştır.
Almanya'da değişik
alanlarda çalışmalar yapan doktorlar arı sütünü kötü beslenmiş ve prematüre
bebekleri iyileştirmede kullanmışlardır. Arı sütü ile beslenen bebeklerin kilo
ve sağlık durumlarında iyileşme görülmüştür. Bundan başka arı sütü verilen
sinirsel ve ruhsal hastaların da normal kilolarına, daha dayanıklı bir sinir
sistemine ve daha güçlü bir fiziksel ve zihinsel yapıya kavuştukları
gözlenmiştir.
Arı sütü yaşlanma
etkisini geciktirmek için, menopoz, beslenme yetersizliğinin düzeltilmesi,
eklem iltihabı, damar hastalıkları, peptik ülserler, karaciğer rahatsızlıkları
gibi rahatsızlıklarda ve genel olarak daha sağlıklı olmak için doktorlar
tarafından tavsiye edilmektedir.153
SONUÇ: YARATILIŞ GERÇEĞİ
Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde
olanlar,
Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan
birçoğu Allah'a secde etmektedirler... (Hac Suresi, 18)
Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan
birçoğu Allah'a secde etmektedirler... (Hac Suresi, 18)
Balarısı Mucizesi adlı bu kitapta sonuç bölümüne kadar arılar ile
ilgili pek çok özellikten bahsettik. Arılardaki mükemmel sistemler, akılcı
davranışlar, hesaplama, planlama, inşa etme gibi yetenekler nasıl ortaya
çıkmıştır sorusunun cevabını delilleriyle birlikte verdik. Ayrıca evrimcilerin
mekanizmalarının geçersizliğini de arıların hayatlarından, sahip oldukları
mekanizmalardan örnekler vererek detaylı olarak anlattık. En önemlisi bu
kitapta sağduyu ile düşünen her insanın hemen gördüğü apaçık gerçek bir kere
daha gözler önüne serildi.
Bu gerçeği görmek için
öncelikle ilk arının nasıl yaşamını sürdürdüğü sorusunu araştıralım. Ve bu
soruya evrimcilerin tutarlı bir cevap vermesinin asla mümkün olmadığını bir kez
daha görelim.
Bilindiği gibi
evrimciler, canlıların tesadüfler sonucunda birbirlerinden türediklerini iddia
ederler. Aslında bu iddia temelinden çökmüş durumdadır. (Detaylı bilgi için
bkz. Evrim Yanılgısı bölümü) Ama biz şimdilik ilk arının tesadüfen yeryüzünde
var olduğunu farz edelim. Bu arının soyunu devam ettirebilmesi için mutlaka bir
dişi arı daha doğrusu kraliçe arı olması gerekir. Ama kraliçe kendi besinini
elde etme yeteneğine sahip değildir; bilindiği gibi işçiler onu özel arı
sütüyle beslerler ve kraliçenin yumurtlama kabiliyeti ancak bu şekilde oluşur.
Bu durumda beslenemeyen ve yumurtlama kabiliyeti olmayan bir kraliçe soyunu da
devam ettiremeden yeryüzünden yok olacaktır. Ayrıca kraliçe arının yeryüzünde
tek başına yaşamını sürdürmesi de soyunu devam ettirebilmesi için yeterli
değildir. Bir de kraliçeyi dölleyecek erkek bir arı bulunması şarttır.
Biz aynı anda bir
kraliçe bir de erkek arının yeryüzünde tesadüfen meydana geldiğini –böyle bir
şeyin gerçekleşme ihtimali sıfırdır aslında- farz edelim. Kraliçe arı
döllenmeden sonra yumurtlamaya başladı diye düşünelim. Şimdi kraliçe arı petek
öremez, çünkü böyle bir yeteneği yoktur. Yumurtalarını herhangi bir yere
bırakması da olmaz, çünkü yumurtalardan çıkan larvalar dışarıda yaşamlarını
sürdüremezler. Ayrıca kraliçe arı yavrularını besleyebilecek yiyecekleri temin
edemez. Çünkü kraliçe arının ne yuvasının dışına çıkıp polen toplayabilecek, ne
de bal üretebilecek organları yoktur. Bu durumda yumurtadan çıkan larvaların
hemen hayatlarını kaybetmesi kaçınılmazdır. Bütün bunların dışında ne kraliçe
arının, ne de erkek arının kendilerini koruyabilecek bir iğneleri yoktur.
Dolayısıyla düşmanlarından korunmaları ve larvalarını da korumaları kesinlikle
mümkün değildir.
Sonuç olarak bir arının
tesadüfen oluşmasının ve varlığını sürdürmesinin asla mümkün olmadığı açıkça
ortadadır. Bu durumda evrimcilerin tesadüf teorilerinin de hiçbir geçerliliği
yoktur; yani yeryüzünde bulunan tek bir canlının özellikleri bile evrim
teorisinin çöküşünü bizlere göstermektedir. Çünkü yalnızca yukarıda verdiğimiz
örnekler bile, arıların yeryüzünde her türlü işi yapabilen işçi arılar, koloninin
soyunu devam ettirmesini sağlayan kraliçe arı ve onu dölleme yeteneği olan
erkek arılar ile tek bir anda var olduklarını kesin olarak ortaya koyar. Tüm bu
canlıların aynı anda var olmalarının yegane açıklaması ise, tümünün Allah
tarafından yaratıldıkları gerçeğidir. İşte apaçık gerçek budur: Allah tüm diğer
canlılar gibi arıları da sahip oldukları üstün yeteneklerle birlikte
yaratmıştır. Ve onlara ihtiyaçlarının çok üstünde bal üretme yeteneği ile
donatarak insanların hizmetine vermiştir.
Akıl ve vicdan sahibi
bir insanın bu kitap boyunca okuduğu, öğrendiği gerçeklerden çıkarması gereken
sonuç şudur: Allah kullarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. O
göklerde ve yerde olan herşeyin, tüm canlıların tek hakimidir. Canlıların sahip
oldukları her türlü özellik Allah'ın sonsuz ilminin ve kudretinin yeryüzündeki
tecellileridir.
Şu halde hamd, göklerin
Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah'ındır. Göklerde ve yerde büyüklük
O'nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Casiye Suresi,
36-37)
EVRİM YANILGISI
Göklerin,
yerin ve ikisi arasında bulunanların
Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır.
(Sad Suresi, 66)
Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır.
(Sad Suresi, 66)
Darwinizm, yani evrim
teorisi, Yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı
olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız
maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda çok
açık bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle ve evrimin
hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyan 350 milyona yakın fosilin bulunmasıyla
çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği,
bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için
dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına,
taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan
sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu propaganda
gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı
olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile
getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist
iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim
adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya,
paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in
geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini Yaratılış gerçeğiyle
açıklamaktadırlar.
Evrim teorisinin
çöküşünü ve Yaratılış'ın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel
detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük
önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
Darwin'i Yıkan Zorluklar
Evrim teorisi, tarihi
eski Yunan'a kadar uzanan pagan bir öğreti olmakla birlikte, kapsamlı olarak
19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en önemli
gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı
kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın
ayrı ayrı yarattığı gerçeğine kendince karşı çıkıyordu. Darwin'in yanılgılarına
göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük
değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi,
hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi
sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki
"Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori
pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin, teorisinin
önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel
bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık
belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin
temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in bilim karşısındaki
yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın
yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü
"evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip
olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları,
evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.
Bu bölümde, bu üç temel
başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan İlk Basamak:
Hayatın Kökeni
Evrim teorisi, tüm canlı
türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce dünyada hayali şekilde
tesadüfen ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir.
Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve
eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil
kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm
bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak
gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi,
Yaratılış'ı cahilce reddettiği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir plan ve
düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde kör tesadüflerin ürünü olarak meydana
geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda
ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji
kanunlarına aykırı bir iddiadır.
"Hayat Hayattan
Gelir"
Darwin, kitabında
hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim
anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu.
Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre,
cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık
oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından,
farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de
ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve
biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin kurtlanması da
hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha
sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden
oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan
çıkıyorlardı. Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise,
bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın
bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitabının
yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime
temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve
deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin
hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür."
(Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New
York: Marcel Dekker, 1977, s. 2)
Evrim teorisinin
savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen
bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın
kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüzyıldaki Sonuçsuz
Çabalar
20. yüzyılda hayatın
kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin oldu.
Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin
tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar
başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı: "Maalesef hücrenin kökeni, evrim
teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır."
(Alexander I. Oparin, Origin of Life,
(1936) New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s. 196.)
Oparin'in yolunu izleyen
evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya
çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller
tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu
iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji
ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit)
sentezledi.
O yıllarda evrim adına
önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde
kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen
yıllarda ortaya çıkacaktı. ("New Evidence on Evolution of Early Atmosphere
and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, c. 63,
Kasım 1982, s. 1328-1330)
Uzun süren bir
sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi
olmadığını itiraf etti. (Stanley Miller, Molecular Evolution of Life:
Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7)
Hayatın kökeni sorununu
açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep
başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir
makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı
geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük
çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? (Jeffrey
Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40)
Hayatın Kompleks Yapısı
Evrimcilerin hayatın
kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmelerinin başlıca nedeni,
Darwinistlerin en basit zannettikleri canlı yapıların bile olağanüstü derecede
kompleks özelliklere sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün
teknolojik ürünlerden daha komplekstir. Öyle ki, bugün dünyanın en gelişmiş
laboratuvarlarında bile cansız maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre,
hatta hücreye ait tek bir protein bile üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana
gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar
fazladır. Ancak bunu detaylarıyla açıklamaya bile gerek yoktur. Evrimciler daha
hücre aşamasına gelmeden çıkmaza girerler. Çünkü hücrenin yapı taşlarından biri
olan proteinlerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen meydana gelmesi ihtimali
matematiksel olarak "0"dır.
Bunun nedenlerinden
başlıcası bir proteinin oluşması için başka proteinlerin varlığının
gerekmesidir ki bu, bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini tamamen ortadan
kaldırır. Dolayısıyla tek başına bu gerçek bile evrimcilerin tesadüf iddiasını
en baştan yok etmek için yeterlidir. Konunun önemi açısından özetle açıklayacak
olursak,
1. Enzimler
olmadan protein sentezlenemez ve enzimler de birer proteindir.
2. Tek
bir proteinin sentezlenmesi için 100'e yakın proteinin hazır bulunması
gerekmektedir. Dolayısıyla proteinlerin varlığı için proteinler gerekir.
3. Proteinleri
sentezleyen enzimleri DNA üretir. DNA olmadan protein sentezlenemez.
Dolayısıyla proteinlerin oluşabilmesi için DNA da gerekir.
4. Protein
sentezleme işleminde hücredeki tüm organellerin önemli görevleri vardır. Yani
proteinlerin oluşabilmesi için, eksiksiz ve tam işleyen bir hücrenin tüm
organelleri ile var olması gerekmektedir.
Hücrenin çekirdeğinde
yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi
bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa,
500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç
bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin
(enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak
DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından,
eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir.
Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San
Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994
tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks
yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde
ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır.
Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla
insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı
sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. (Leslie E. Orgel, The Origin of Life on
Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78.)
Kuşkusuz eğer hayatın
kör tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması imkansız ise, bu
durumda hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı
Yaratılış'ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin Hayali
Mekanizmaları
Darwin'in teorisini
geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları"
olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip
olmadığının anlaşılmış olmasıdır.
Darwin, ortaya attığı
evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı.
Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin
Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal
seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü
canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar
tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler
hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden
oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka
bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal
seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu
gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir
şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the
First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184.)
Lamarck'ın Etkisi
Peki bu "faydalı
değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim
anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı.
Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları
sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar,
nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu.
Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların
yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
Darwin de benzeri
örnekler vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak
için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti. (B.
G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust,
1988.)
Ama Mendel'in keşfettiği
ve 20.yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları,
kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak
yıktı. Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle
etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar
Darwinistler ise bu
duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik
Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar.
Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi"
olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya
da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi. Bugün de hala
bilimsel olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin savunduğu
model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün,
bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının
"mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda
oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek
vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için
canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok
basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan
herhangi bir tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G.
Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rasgele
ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle
etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana
getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada
meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da
zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini
geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz
olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. (Charles
Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard
University Press, 1964, s. 179.)
Nitekim bugüne kadar
hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi.
Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin
"evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları
sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en
sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma
"evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul
ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere
doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim
mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.
Fosil Kayıtları: Ara
Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia
ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil
kayıtlarıdır.
Evrim teorisinin bilim
dışı iddiasına göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var
olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde
ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir
zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen
uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış
olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık
özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri
kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da
sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış
sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları
için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış
olduklarına inandıkları bu hayali varlıklara "ara-geçiş formu" adını
verirler.
Eğer gerçekten bu tür
canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca
hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu garip canlıların kalıntılarına mutlaka
fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu
şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa,
türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış
olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil
kalıntıları arasında bulunabilir. (Charles Darwin, The Origin of Species, s.
172, 280.)
Ancak bu satırları yazan
Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı.
Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin
Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı
bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür
türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz?
Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli
yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak
kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve
her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? (Charles Darwin, The Origin of
Species, s. 172, 280)
Darwin'in Yıkılan
Umutları
Ancak 19. yüzyılın
ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları
yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve
araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine,
canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya
çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog
(fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle
itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil
kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde
olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen
değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. (Derek A. Ager, "The
Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological
Association, c. 87, 1976, s. 133.)
Yani fosil kayıtlarında,
tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle
aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası,
bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir
canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve
kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır.
Bu gerçek, ünlü evrimci biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim,
yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır.
Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya
çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci
sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek
meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya
çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları
gerekir. (Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983.
s. 197.)
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde
eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani
"türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil
Yaratılıştır.
İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini
savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu
konudaki Darwinist iddia, insanın sözde maymunsu birtakım yaratıklardan
geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, insan
ile hayali ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia
edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel
"kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların
sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen "Australopithecus"
ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka
bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere
ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri
üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu
tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik
taşımadıklarını göstermiştir. (Charles E. Oxnard, "The Place of
Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c.
258, s. 389. )
Evrimciler insan
evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak
sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan
daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına
dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte
bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla
ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından
biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte
kayıptır" diyerek bunu kabul eder. (J. Rennie, "Darwin's Current
Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992)
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis
> Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu
türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa
paleoantropologların son bulguları, Australopithecus,
Homo habilis ve Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı
dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. (Alan Walker, Science, c. 207,
1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B.
Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge:
Cambridge University Press, 1971, s. 272)
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait
insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (insan) ile aynı
ortamda yan yana bulunmuşlardır. (Time,
Kasım 1996)
Bu ise elbette bu
sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça
ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould,
kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu
çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel
bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim
soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş olamaz.
Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi
göstermemektedirler. (S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30.)
Kısacası, medyada ya da
ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan"
canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya
çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan
ibarettir. Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus
fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim
adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu
canlılardan insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç
bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi
dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze
oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel" -yani
somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan
sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda,
yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati,
altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve bir de "insanın
evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
Objektif gerçekliğin
alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara -yani duyum
ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim
teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki
teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda
kabul etmeleri bile mümkündür. (Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New
York: Toplinger Publications, 1970, s. 19.)
İşte insanın evrimi
masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları bazı
fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Darwin Formülü!
Şimdiye kadar ele
aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma
bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık
bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın
tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıl dışı iddiaya göre
cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve
sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana
getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot,
potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını,
hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu
konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları,
ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin
Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda
büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen,
demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal
şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri
malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri
kadar amino asit, istedikleri kadar da
protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler.
Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da
dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula,
kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene
sürekli varillerin başında beklesinler.
Bir canlının oluşması
için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak
serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir
canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri,
papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri,
muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları,
incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk
renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini
oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların
tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar
biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir
hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu
bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri
oluşturamazlar. Madde, ancak Yüce Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini iddia eden
evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya
attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu
gerçeği açıkça gösterir.
Göz ve Kulaktaki
Teknoloji
Evrim teorisinin
kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün
algılama kalitesidir.
Gözle ilgili konuya
geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir
cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki
hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki
görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir
dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden
sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa kapalıdır.
Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar giremez.
Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç
karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta
ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net
ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü imkana
rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı
tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda
gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu
kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin
ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce
mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler
kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir.
Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada
büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size
iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir
perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır on
binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya
çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu
da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç
boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur.
Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada
da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu
kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia
etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda
oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi
dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz
atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden daha
ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün
gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum kulak
için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla
toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek
iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine
dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de
beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için
de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez.
Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir.
Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir
orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü
duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi
ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Net bir görüntü elde
edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar
onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok
elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır.
Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana
rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır. En
büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün. Sesi
kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka parazit
oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka
duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece
net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi
cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu
algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir.
Şimdiye kadar
insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve
başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm
bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin İçinde Gören ve
Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde, ışıl ışıl
renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü
koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden,
kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider.
Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl
oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli
gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini
görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir?
Beynin içinde göze,
kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu
şuur kime aittir?
Elbette bu şuur beyni
oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu
yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu
sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış
olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa
ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği
okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana
tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ı
düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.
Materyalist Bir İnanç
Buraya kadar
incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia
olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime
aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi
yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını
göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce
olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren
modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim
teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin
eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile
çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun nedeni, evrim
teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir
inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve
Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için
benimsemektedirler.
Bazen bunu açıkça itiraf
da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde
gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim
adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir
inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç
bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin
yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori'
bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini
ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi
bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard Lewontin, "The
Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)
Bu sözler, Darwinizm'in,
materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık
ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu
nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine inanır. Milyonlarca
farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların,
böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi
içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin
içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir
kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık olan varlığını kabul
etmemek için, bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya devam
etmektedirler.
Canlıların kökenine
materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği görürler:
Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının
eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde
düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim Teorisi Dünya
Tarihinin En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da belirtmek
gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece
aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların
hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu
kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği
gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu,
molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde
düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin,
Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi
sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin
çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları,
profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için
"dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak
yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından
alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki
bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç
veya iddia daha yoktur. Bu, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının
Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim (as)'ın kavminin elleri ile yaptıkları
putlara, Hz. Musa (as)'ın kavminin içinden bazı insanların altından yaptıkları
buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu
durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı
insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma
düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri
uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların
kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır.
Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
… Kalpleri vardır bununla
kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla
işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar
gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah, Hicr Suresi'nde
ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini
şöyle bildirmektedir:
Onların üzerlerine
gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka:
"Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz"
diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir
kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar
uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle
anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç
insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara
inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz
ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir
organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen
evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini
ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine
inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da,
inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle
insanları etkilediklerini Hz. Musa (as) ve Firavun arasında geçen bir olayla
bizlere bildirmektedir. Hz. Musa (as), Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun
Hz. Musa (as)'a, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı
bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa (as), büyücülerle karşılaştığında,
büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın
anlatıldığı ayet şöyledir:
(Musa:) "Siz atın"
dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları
dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi,
116)
Görüldüğü gibi
Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa (as) ve
ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların
attıklarına karşılık Hz. Musa (as)'ın ortaya koyduğu delil, onların bu
büyüsünü, ayette bildirildiği gibi
"uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz de Musa'ya: "Asanı
fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o
bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu,
onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve
küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayetlerde de
bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin
yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar
küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı
altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını
adayanlar, eğer bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa
çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir.
Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan,
ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın
gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim
teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en
büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu
kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini
hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand
Rapids: Eerdmans, 1980, s. 43)
Bu gelecek, uzakta
değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar "tesadüfler"in ilah
olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük
aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü,
büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya
başlamıştır. Artık evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu
aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.
Dediler ki:
"Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten
Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi
olansın." (Bakara Suresi, 32)
NOTLAR
1- Hayvanlar
Ansiklopedisi, C.B.P.C. Publishing Ltd./Phoesbus Publishing Company 1969/77
s.98
2- Encyc. Americana,
1993, USA, Vol.3, Int. Headquartes, Danbury Connecticut, s.439
3- Encyc. Int.
Grolier of Canada Ltd. 1968, USA, Vol.2, s.473
4- Encyc. Americana, 1993,
USA, Vol.3, Int. Headquartes, Danbury Connecticut; s.439
5- Compton's Pictured
Encyc. Vol 2, Compton&Company Chicago, 1961 USA, s.106
6- Prof.Dr. Ali
Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji
Cilt.II/Kısım-II, Ankara; s.43
7- Compton's Pictured
Encyc. Vol.2, Compton&Company Chicago, 1961, USA, s.108
8- Prof. Karl von
Frisch, Aus Dem Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1,
8.Auflage, s.51
9- Gordon R. Taylor, The
Great Evolution Mystery, Harper&Row Publishers, 1983, s.222
10- Francis Darwin, The Life and
Letters of Charles Darwin, Cilt 1, New York: D. Appleton and Company, 1888,
s.374
11- Charles Darwin, Türlerin Kökeni,
Onu Yayınları 5. Baskı, Ankara, 1996, s.273
12- Francis Darwin, The Life and
Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888,
s.111
13- Charles Darwin, Türlerin Kökeni,
s. 310
14- National Geographic
Society, The Marvels of Animal Behaviour, 1972, s.127
15- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.96
16- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.97
17- Compton's Pictured Enc. Vol.2,
Compton&Company Chicago 1961, USA, s.106
18- Compton's Pictured Enc. Vol.2,
Compton&Company Chicago 1961, USA, s.106
19- Hayvanlar Ansiklopedisi, Böcekler,
C.B.P.C. Publishing Ltd./ Phoesbus Publishing Company 1969/77, s. 97
20- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s. 75
21- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.96
22- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.85
23- Prof. Karl von Frisch, Animal
Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace Jovanavich, Inc.
New York and London; s.95
24- Prof. Karl von Frisch, Animal
Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace Jovanavich, Inc.
New York and London; s.94
25- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.100
26- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.96
27- Russel Freedman, How Animals
Defend Their Young?E.P. Dutton, New York, 1978, s. 63
28- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s.29-30
29- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.58
30- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s.36-37
31- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.25-26
32- Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın
Temel Kuralları, Entomoloji, Cilt 2, Ankara 1992, s. 677
33- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, S:19-20
34- Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın
Temel Kuralları, Entomoloji, Cilt 2, Ankara 1992, s. 676
35- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s. 127-128
36- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.107-109
37- Prof. Karl von Frisch, Animal
Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace Jovanavich, Inc.
New York and London; s.87
38- National Geographic Society, The
Marvels of Animal Behaviour, s.49-64
39- National Geographic Society, The
Marvels of Behaviour, 1972, s.49-64
40- Murray Hoyt, The World of Bees,
Coward Mcnann Inc, New York, 1965, s.146
41- C.D. Mitchener, The Social
Behavior of Bees, 1974
42- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.101
43- National Geographic Society, Marvels
of Animal Behaviour, 1972, s.49-64
44- Thomas A.Sebeok, Animal
Communication, Indiana Unv. Press, London; s.437
45- Compton's Pictured Ency. Vol.2,
Compton & Comp. Chicago, USA, 1961, s.106
46- Prof.Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın
Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II / Kısım -II,
Ankara; s.212
47- Murray Hoyt, The World of Bees,
Coward Mcnann Inc, New York, 1965; s.45-58
48- Edward O.Wilson, The Insect
Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972
49- Murray Hoyt, The World of Bees,
Coward Mcnann Inc, New York, 1965; s. 49
50- Thomas A.Sebeok, Animal
Communication, Indiana Unv. Press, London, s.218
51- Edward O.Wilson, The Insect
Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972
52- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s. 56
53- Murray Hoyt, The World of Bees,
Coward Mcnann Inc, New York, 1965; s.52
54- Encyc. Americana, 1993, USA, Vol.3,
Int. Headquartes, Danbury Connecticut, s.440
55- New Encyc. of Science, Orbis
Publishing, 1985, Vol.2, s.218
56- New Encycl. of Science, Orbis
Publishing, 1985, Vol 2, s.217
57- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s.47
58- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s. 55-56
59- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s. 57
60- Moddy Science Classics, Moody Video,
City of the Bees, , Chicago, A.B.D.,1998
61- The New Eny. Britannica, Sensory
Reception, Vol 27, s. 134
62- Edward O.Wilson, The Insect
Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972, s.96
63- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.130
64- Murray Hoyt, The World of Bees,
Coward Mcnann Inc, New York, 1965; s.40
65- Murray Hoyt, The World of Bees,
Coward Mcnann Inc, New York, 1965
66- Hayvanlar Ansiklopedisi,
Böcekler, C.B.P.C. Publishing Ltd./Phoesbus Publishing Company, İstanbul, 1979;
s. 97
67- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s. 64
68- Compton's Pictured Encyc. Vol.2,
Compton&Comp. Chicago, USA, 1961,Vol.2 s. 108
69- Prof.Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın
Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II/ Kısım -II,
Ankara; s.679
70- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s. 65
71- Compton's Pictured Ency. Vol.2,
Compton&Comp. Chicago, USA, 1961, s.108
72- Bilim ve Teknik Dergisi, Cilt 23,
Sayı:269, Nisan 1990
73- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s. 135-136
74- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.152
75- Discovery, Nov. 97, s. 87
76- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.155
77- Marl L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, s. 154-156
78- Marian Stamp Dawkins, Hayvanların
Sessiz Dünyası, TÜBİTAK, Popüler Bilim Kitapları, 1999, Ankara, s.137
79- Marian Stamp Dawkins, Hayvanların
Sessiz Dünyası, s.137
80- Marian Stamp Dawkins, Hayvanların
Sessiz Dünyası, s.137
81- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.163-164
82- Prof.Dr.Ali Demirsoy, Yaşamın
Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II / Kısım -II,
Ankara; s. 66
83- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.171
84- Prof.Dr.Ali Demirsoy, Yaşamın
Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II / Kısım
-II, Ankara; s.66
85-
http://www.origins.org/articles/bohlin_upariver.html
86- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.15
87- Encyc. Americana, 1993, USA, Vol.3,
Int. Headquartes, Danbury Connecticut, s.439
88- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s.143
89- Prof. Karl von Frisch, Arıların
Hayatı, s.41
90- Prof. Karl von Frisch, Arıların Hayatı,
s.31
91- Edward O.Wilson, The Insect
Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972, s.96,303
92- Mark L. Winston, The Biology of
the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.46
93- Thomas A.Sebeok, Animal
Communication, Indiana Unv. Press, London; s.224-225
94- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s. 59
95- Thomas A.Sebeok, Animal
Communication, Indiana Unv. Press, London; s.237
96- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s.61
97- Prof. Peter J.B. Slater, The
Encyc. of Animal Behaviour, Facts on File Publications, New York, s.120
98- Prof. Karl von Frisch, Aus Dem
Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1, 8.Auflage, s.61
99- T. Seeley, Measurement of Nest
Cavity Vol. by the Honey Bee, Behavioral Ecology and Sociobiology 2, 1977
100- Edward O.Wilson, The
Insect Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972,
s.306-308
101- Prof. Karl von
Frisch, Animal Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace
Jovanavich, Inc. New York and London; s.84-85
102- Ernst Neufert, NEUFERT,
çeviren: mimar Abdullah Erkan, Güven Yayıncılık, 30. baskı, 1983, s.534
103- Edward O.Wilson, The
Insect Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972,
s.230
104- The New
Encyclopedia Britannica, Vol.21, 15th edition, 1991, s.663
105- Prof. Karl von
Frisch, Tanzsprache und Orientierung der Bienen, Universitat München,
Springer Verlag, 1965; s.269-277
106- Prof. Karl von
Frisch, Tanzsprache und Orientierung der Bienen, Universitat München,
Springer Verlag, 1965; s.269-277
107- Edward O.Wilson, The
Insect Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972,
s.238
108- Prof. Karl von
Frisch, Aus Dem Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1,
8.Auflage, s.62
109- Edward O.Wilson, The
Insect Societies, Harvard Unv. Press, Cambridge, Massachussetts, 1972, s.225-226
110- Prof. Karl von
Frisch, Aus Dem Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1,
8.Auflage, s.62
111- BYTE Dergisi,
Haziran 1995
112- The Guinness
Encyclopedia; s.18
113- The Guinness
Encyclopedia; s.91-94
114- Prof.Dr.Ali
Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler,
Entomoloji Cilt II/Kısım -II, Ankara; s.96-99
115- Joan Embery, Collection
of Amazing Animal Facts, Delacorte Press, New York 1983, s.23
116- Prof. Dr.Ali
Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji
Cilt II/Kısım-II, Ankara; s.98
117- Prof. Dr.Ali
Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler,
Entomoloji Cilt II/Kısım -II, Ankara; s.65
118- Prof. Karl von
Frisch, Arıların Hayatı, s.117-119
119- Prof. Karl von
Frisch, Arıların Hayatı, s.124
120- Prof. Karl von
Frisch, Aus Dem Leben Der Bienen, Verständliche Wissenschaft Band 1,
8.Auflage, s.48-49
121- Charles Darwin, Türlerin
Kökeni, s.186
122- Mark L. Winston, The
Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.81
123- Prof. Karl von
Frisch, Arıların Hayatı, s. 22
124- Mark L. Winston, The
Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.36
125- Mark L. Winston, The
Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.83
126- Prof. Karl von
Frisch, Animal Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace
Jovanavich, Inc. New York and London, s.95
127- Prof. Karl von
Frisch, Animal Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace
Jovanavich, Inc. New York and London; s.87
128- Mark L. Winston, The
Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.81
129- The New Encyc.
Britannica, Sensory Reception, Vol.27, s.132
130- Prof. Karl von
Frisch, Animal Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace
Jovanavich, Inc. New York and London; s.89
131- Encyc. Americana,
1993, USA, Vol.3, Int. Headquartes, Danbury Connecticut, s.441
132-Murray Hoyt, The
World of Bees, Coward Mcnann Inc, New York, 1965, s.100-101
133- Mark L. Winston, The
Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991,s. 81
134-Anthony Smith, İnsan
Beyni ve Yaşamı, İnkılap Kitabevi, S.39
135- Mark L. Winston, The
Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991,s.81
136- G. Mansfield,
Creation or Chance! God's purpose with mankind proved by the wonder of the
universe, Logos Publications
137- Prof. Karl von
Frisch, Animal Architecture, A Helen and Kurt Wolff Book/Harcourt Brace
Jovanavich, Inc. New York and London, s.86
138- Anthony Smith, İnsan
Beyni ve Yaşamı, Çev.Nejat Ebcioğlu, İnkılap Kitapevi, s.38
139-Anthony Smith, İnsan
Beyni ve Yaşamı, Çev.Nejat Ebcioğlu, İnkılap Kitapevi, s.39
140-Anthony Smith,
İnsan Beyni ve Yaşamı, Çev.Nejat Ebcioğlu, İnkılap Kitapevi, s.39
141- Encyc. Americana,
1993, USA, Vol.3, Int. Headquartes, Danbury Connecticut, s.444
142-http://www.atd.ucas.edu/homes/cook/mead/danspaper.html
143- Lucy W. Clausen, Insect
Fact and Folklore, Int. Book and Periodicals Supply Services, New Dehli
144- John Brackenbury,
Insects and Flowers, 1995, UK, s.12
145- Murray Hoyt, The
World of Bees, Coward Mcnann Inc, New York, 1965 s.181
146- F. Beck Bodog and
Smedly, Honey and Health, Mc. Bride and Co., N.Y., Doree, 1946
147- www.wave.co.nz/honey
148- Murray Hoyt, The
World of Bees, Coward Mcnann Inc, New York, 1965 s.185
149- http://www.good-vitamins.com/front/honey.htm
150- http://www.good-vitamins.com/front/honey.htm
151- www.aim4health.com
152- www.aim4health.com
153- http://www.wic.net/waltzark/rjelly.htm http://www.health-pages.com/rj/
RESİM ALTI
YAZILARI
s.15
Kraliçe arının
yumurtaları bırakmasından 3 gün kadar sonra kurt şeklindeki arı larvalar ortaya
çıkar.
Arı larvaları, 6 gün
içinde ilk ağırlıklarının 1500 katına ulaşır ve neredeyse bulundukları
hücrelere sığmazlar (solda). Bu noktadan sonra büyüme durur ve pupa aşaması başlar.
(sağda)
s.17
nefes alıp verme delikleri
Solda, bakımı başka canlılar
tarafından sağlanan arı larvalarının anatomik yapıları görülmektedir. Bir et
parçası şeklindeki böyle bir canlının kendi kendine karar vermesi ve gelişimi
için gerekli kimyasal maddeleri üretmesi kuşkusuz imkansızdır.
ağız
orta hazım sistemi
ipek bezleri
salgı tüpçükleri
arka hazım sistemi
Yavru arıların gelişim aşamaları
s.19
Bir arının tüm fiziksel
özelikleri, pupa evresindeki kapalı mekanın içinde oluşur. Pupadan çıkan bir arının
kanatları, gözleri kısacası tüm vücut sistemi dış dünyadaki yaşamı için hazırdır.
s.20
Her balarısı, bulunduğu
hücrenin içinden bütün vücut yapıları tamamlanmış olarak çıkar. Ne tesadüfler
ne de arının kendisi böyle bir oluşumu gerçekleştirebilir.
Hücresinin kapağını
açarak dışarı çıkan bir arının tüyleri ilk anlarda ıslaktır. Bir süre sonra bu
tüyler kurur ve arı kovan içindeki görevlerini yerine getirmeye başlar.
s.23
Evrimcilere göre doğadaki
her canlı kendi çıkarlarını korumak için savaşır. Oysa arılar arasında
evrimcilerin iddialarının tam aksine son derece dikkat çekici bir işbirliği ve
bu işbirliğinden kaynaklanan bir düzen vardır. İşte bu düzen arıların Allah'ın
ilhamıyla hareket ettiklerinin bir kanıtıdır.
s.26
DARWIN'İ ÇIKMAZA SÜRÜKLEYEN CANLILAR
Balarılarının bilinçli davranışları Darwin'i açmaza sürükleyen konulardan
biridir. Ama yalnızca balarıları değil birçok canlının bilinçli davranışları,
evrim teorisi tarafından açıklanamaz. Örneğin dişi guguk kuşları yumurtalarını
farklı türde bir kuşun yuvasına bırakarak büyütürler. Ve bu şekilde yumurtaların
bakımını başka kuşların üstlenmesini sağlamış olurlar. Yuvadaki diğer
yumurtalardan önce dışarı çıkan yavru guguk kuşu –yuvaya sonradan dahil olmasına
rağmen- ilk iş olarak yuvadaki diğer yumurtaları aşağıya atar. Bunu yaparken de
yuvanın asıl sahibi olan kuşun yuvada bulunmadığı zamanı seçer. Yavru guguk bu şekilde
kendisini garanti altına almış olur. İşte Darwin'i zorda bırakan olaylardan
biri, yavru gugukların doğar doğmaz yaptıkları bu bilinçli harekettir.
Aynı şekilde bazı karıncaların
başka karınca türlerinin larvalarını kaçırarak köleleştirmesi de Darwin'i çıkmaza
sürükleyen hayvan davranışlarındandır. Köleci karınca olarak adlandırılan bu
karıncaların en önemli özellikleri savaştıkları koloninin larvalarını çalarak,
daha sonra bu larvaları kendi işlerinde kullandıkları köleler haline
getirmeleridir. Köleci karıncalar bunu yaparken karşı koloninin salgıladığı
alarm kokusunu taklit ederek savaştıkları koloni üyelerinin paniğe kapılmasını
sağlarlar. Bu sayede saldırıya uğrayan koloninin üyeleri kaçarken, köleci karıncalar
da köle olarak kullanacakları larvaları ve besin depolarını ganimet olarak alırlar.
Yandaki resimlerde dişi
guguk kuşu (yanda), yavru guguk diğer yumurtayı yuvadan atarken (ortada) ve
yumurtanın bırakıldığı yuvanın asıl sahibi kendisinden büyük yavruyu beslerken
(en sağda) görülüyor.
Hemen yukarı soldaki
resimde köleci karıncalar görülüyor. Hayvanlardaki şuurlu davranışlar, canlıların
tesadüfen ortaya çıktığı düşüncesini savunmaya çalışan evrim savunucularını zor
durumda bırakmaktadır. Öyle ki bu konuda yaptıkları açıklamalar, evrimin
geçersizliğini ortaya koyan birer itiraf niteliği taşımaktadır.
s.29
Çok sayıda arının yaşadığı
bir kovandaki hemen hemen tüm işlerden işçi arılar sorumludur. Kovandaki düzen
de işçi arıların üzerlerine düşen sorumlulukları tam olarak yerine getirmeleri
ile sağlanır. On binlerce arıya nasıl davranacaklarını ilham eden, herşeyden
haberdar olan Allah'tır.
s.31
Hücresinden ilk çıktığında
arının vücudu adeta suya düşmüş gibi ıslaktır. Tüyleri birbirine yapışıktır.
Öncelikle ayaklarıyla bu tüyleri düzene koyar. Bundan sonra hemen temizliğe
girişir. İlk olarak kendisinin çıktığı hücreden başlamak üzere kuluçka
hücrelerini temizleyerek, kraliçenin yeniden yumurtlayabileceği hale getirir.
s.32
İşçi arıların en önemli
görevlerinden biri kovan temizliğidir. Yandaki resimde larvaların boşalttıkları
hücrelerin kapaklarını açarak, kraliçenin yumurtlaması için bu hücrelerin uygun
olup olmadığını kontrol eden ve temizlik işiyle ilgilenen işçi arılar
görülmektedir.
s.33
Kovanda bulunan larvaların
her birinin beslenme şekli, yaşlarına ve kovan içinde alacakları göreve göre değişiklik
gösterir. Buna rağmen işçi arılar binlerce arı larvasını hiç karışıklık çıkmadan
bir düzen içinde beslerler. Hücrelerdeki larvaları gün boyunca ziyaret eden işçi
arılar, larvalara son derece özenli bir bakım uygularlar.
s.35
Besinle yüklü bir şekilde
kovana dönen arılar, topladıkları besinleri diğer arılara dağıtır ya da
peteklere depolar.
s.36
Arılar reçineyi yandaki
çizimlerde ve yukarıdaki resimde görüldüğü gibi çenelerini kullanarak ağaçlardan
kazır.
s.38
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır ve
(bütün) işler Allah'a döndürülür. (Al-i İmran Suresi, 109)
s.39
Kovan kapısı önünde
bekleyen bir gardiyan arı.
Saldırı kokusunu kovana
yayan işçiler.
s.40
Kovan kokusunu taşımamasına
rağmen kovana girmeye çalışan canlılar gardiyan arıların saldırısına uğrar ve
kovandan atılır.
s.41
Kovan saldırıya uğradığında
gardiyan arılar hemen kokulu bir kimyasal madde salgılar (yanda). Bu koku ve arıların
duruş biçimi tüm kovanı harekete geçirir. İşçi arılar kendi hayatları pahasına
kovanı savunur.
s.42
zehir kesesi
sinir düğümü
kas
Bir balarısı soktuğu
zaman, iğnesindeki çengeller kurbanın etine saplanır ve sonuçta tüm iğne takımı yerinden sökülür ve arı ölümcül şekilde
yaralanır. Saldıran arı ayrıldıktan sonra bile, kaslar çengelleri daha da içeri
sokacak ve yaranın içine zehir pompalayacak şekilde kasılmaya devam edecektir.
Küçük resimde arının bıraktığı bir iğne görülmektedir.
uzatıcı kas
geriye çekici kas
iğne
çengel
Üstteki çizimde, kaslar,
zehir kesesi gibi yapıların bulunduğu, arının iğne takımı görülüyor.
s.45
BALARILARINDA SAVUNMA STRATEJİSİ: DÜŞMANI
YOK ETMEK İÇİN ISI KULLANMA
Avrupa'dan getirilen
balarıları için, Japonya'daki eşek arıları tam bir baş belasıdır. Yağma için
bir kovana saldıran 30 eşek arısı, üç saat içinde tam 30.000 balarısını
öldürebilir. Ancak yerli balarıları yaban arılarına karşı mükemmel bir savunma
mekanizmasına sahip olarak yaratılmışlardır.
Bir eşek arısı, yeni bir
arı kolonisi keşfettiğinde, bunu hemcinslerine duyurmak için özel bir koku salgılar.
Kokuyu balarıları da algıladığından, kovanı savunmak üzere hemen girişe
toplanmaya başlarlar. Bir eşek arısı yaklaştığında 500 balarısı havalanıp hemen
eşek arısının etrafını sararlar. Bedenlerini hızla titreştirmeye başlarlar. Bu
hareket arıların vücut ısılarının artmasına neden olur. Bu esnada eşek arısı
adeta bir fırında pişiriliyormuşçasına ısınır ve sonunda kavrularak ölür.
Bu türden bir saldırının,
ısıya duyarlı filmle çekilmiş fotoğrafında, görünen beyaz bölgelerdeki sıcaklık
50 oC'ye kadar çıkmaktadır. Balarılarının dayanabildiği bu sıcaklık
eşek arıları için ölüm demektir.
Nature, Vol.377,
No.654, s.334-336, September 1995
Balarıları, kendilerine
saldıran eşek arılarını ısı üreterek öldürür.
s.47
Polen toplamaya çıkan arıların
Mantis (yukarıda), yusufçuk ve örümcek gibi pek çok tehlikeli düşmanı vardır.
s.48
Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. O,
dilediğine rızkı genişletip-yayar ve kısar da. Çünkü O, herşeyi bilendir. (Şura
Suresi, 12)
s.49
1
2
3
Arılar arka ayaklarında
Allah tarafından yaratılmış olan özel sistemleri kullanarak polen taşırlar.
1-Arı polen fırçasını kullanarak taraklarda birikmiş olan polenleri kazır ve
bir bölgede depolar. 2-Polenler daha sonra sepetin içine doğru itilir. 3-Son
olarak toplanan polen arının ağzından çıkan bir miktar bal ile nemlendirilerek,
yapışkan bir top haline getirilir ve sepete konur.
s.50
Arılar özel ağız yapıları,
tüylü vücutları ve polen keseleri sayesinde diğer böceklerden çok daha verimli
bir şekilde polen toplar. Resimlerde polen ile keselerini doldurmuş arılar
görülmektedir.
s.51
Arılar kusursuz vücut
yapıları sayesinde, diğer böceklerin ulaşamayacağı kadar derinlerde bulunan
nektarları dahi çiçeklerden kolaylıkla toplar. Allah, arıları görevlerine uygun
özelliklerle birlikte yaratmıştır.
s.52
alt çene kemiği
üst çene kemiği
dudak
z şeklindeki hortum
Bir işçi arının
proboscis'i (burnu), arının türüne göre 5.3-7.2 mm uzunluğunda olabilir. Bazı
çiçeklerin nektarları diğerlerine oranla daha derinlerde bulunur. Bu nedenle arıların
bu gibi çiçeklerin tabanlarından nektar çekebilmeleri için uygun özelliklere
sahip olan uzun burun yapıları büyük bir avantajdır. Sol üst çizim resimlerde
arı proboscis'inin açık ve kapalı hali görülmektedir. Alttaki şekilde de
görüldüğü gibi arılar proboscislerini kullanmadıkları zamanlarda "z" şeklinde
içeri doğru katlarlar.
s.53
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir
biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler
O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz,
Hakim'dir. (Haşr Suresi, 24)
s.54
Göklerin
ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir
ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
s.56
Kovandaki ısı dengesi arıların
uyguladıkları değişik yöntemler ile sağlanır. Kovan ısısının artması durumunda
arıların kanatlarını kullanarak yaptıkları havalandırma ile ısının düşürülmesi
bunlardan bir tanesidir. (yukarıda ve yanda)
s.58
BÖCEKLERİN VERİMLİ UÇUŞLARI
Evrimci bir çizgiye sahip olan "New Scientist" Dergisi'nde yayınlanan
12 Ekim 1996 tarihli bir yazıda böceklerin uçuşlarının dikkate değer bir şekilde
etkisiz ve verimli olmayan uçuşlar olduğu ve sarfettikleri enerjinin sadece %
6'sını mekanik enerjiye dönüştürdükleri ifade ediliyordu. Enerjinin geri kalanının
ise ısı olarak kaybolduğu iddia ediliyordu.
Bunun üzerine Arizona State
Üniversitesi'nden Jon Harrison ve ekibi aynı konuda araştırmalar yaptılar.
Buldukları sonuçlar son derece şaşırtıcıydı. Böceklerin uçuşlarındaki düşük
verimin aslında son derece önemli nedenleri vardı. Bu araştırmanın sonuçları Science Dergisi'nde (1996, vol. 274,
s.88) yayınlandı. Bu deneylerde bir arı kovanının bulunduğu yerdeki çevre ısısı
değiştirilerek, arıların vücut ısıları, kanat çırpma ve metabolizma hızları
ölçüldü. Isı 20 dereceden 40 dereceye yükseldikçe arıların kanat çırpma frekansı
% 16, metabolizma hızları ise % 50 azaldı ve göğüs ısısı da buna bağlı olarak
sabit kaldı. Arıların düşüş gösteren kanat çırpma frekansları uçuşta bir sorun
yaşanmasına neden olmadı. Bütün bunların sonucunda ısı yükseldikçe arının uçuşunun
daha etkili ve verimli bir hale geldiği anlaşılmış oldu. Neticede arıların
kaslarının sıcak olan günlerde daha çok verimli olduğu ortaya çıktı.
Bunun üzerine Harrison,
arıların uçuşlarının soğuk havalarda neden daha az verimli olduğu konusunu araştırdı.
Etkisiz ve verimli olmayan uçuşlarda açığa çıkan ısının arıları soğuk günlerde
sıcak tutmaya yardımcı olduğu sonucuna vardı. Bu, kovanın ısı düzeninde çok
önemli bir yer tutmaktaydı. Yapılan bu detaylı araştırmalar sonucunda ortaya çıkan
sonuç arıların kanat kaslarının iki önemli görevi olduğuydu. Bunlardan biri arıların
uçmalarını sağlamak, diğeri ise ihtiyaçları olan ısıyı oluşturmaktı.
Kanatlardaki bu tasarım sayesinde arı, çevre koşullarına göre hem uçuş etkinliğini
hem de ısı üretimini ihtiyacı doğrultusunda değiştirebiliyordu.
Bu örnekte görüldüğü
gibi, bilim adamları doğadaki bir canlı üzerinde araştırma yaparken o canlıda
tesadüfi oluşumlar, hatalı tasarımlar ararlarsa, doğru bir sonuca ulaşamazlar.
Bunları ararken de çok büyük bir zaman kaybına uğrarlar. Oysa bugün kesin
olarak görmekteyiz ki, doğada kusursuz tasarımlar vardır. Tüm canlılar, tam
ihtiyaçları olan özelliklere sahiptirler. Kuşkusuz bu noktada karşımıza çıkan
Allah'ın sonsuz kudreti ve ilmiyle doğadaki tüm canlıları kusursuzca var ettiğidir.
İşte insanlar bu bakış açısıyla araştırma yaptıklarında, yani kusursuzluğu araştırdıklarında,
çok daha çabuk sonuca ulaşabilir, doğadaki üstün yaratılış sanatına çok daha
yakından şahit olabilirler.
s.59
Resimde polen sepetleri
dolu olarak kovana dönen işçi arılar görülmektedir. Arıların hayatlarının son
dönemlerindeki görevleri olan polen taşıma son derece yorucu bir iştir. Bu
görevleri sırasında işçi arıların bezleri zarar görür ve bir süre sonra
ölürler.
s.61
(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin
ve yerin mülküAllah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.
(Bakara Suresi, 107)
s.62
Kraliçe arı kovan için
son derece önemlidir. Koloninin ayakta durmasını sağlayan kraliçe arıdır. Bu
nedenle işçi arılar kraliçenin her türlü ihtiyacını karşılar. Resimde kraliçe
arının her türlü bakımı ile yakından ilgilenen, kraliçeyi özenle besleyen ve
güvenliğini sağlayan işçi arılar görülmektedir. İşçi arılara bu bilgileri veren
Allah'tır. Arılar Allah'ın ilhamıyla
hareket ederler.
s.63
Kraliçe arı larvaları,
meme denen özel bölümlerde büyütülür.
s.64
Yumurta
Döllenmiş
Döllenmemiş
Kraliçe arı tarafından bırakılan
yumurtalardan, döllenme ve beslenme şekline göre farklı türlerde arılar çıkar.
Hafif beslenme
Kuvvetli beslenme ve arı
sütü
işçi
erkek
kraliçe
s.65
BALARILARI ARASINDAKİ FARKLILIKLAR
|
|||
Özellikler
|
İşçi
|
Kraliçe
|
Erkek
|
Duyumsal özellikler
|
|
|
|
Bileşik gözlerdeki ufak gözcük sayısı
|
4000-6900
|
3000-4000
|
7000-8600
|
Beynin optik lobu
|
Orta
|
Küçük
|
Büyük
|
Antene ait levha organı sayısı
|
3000
|
1600
|
30000
|
Antene ait yüzeyin bağıl oranı
|
2
|
1
|
3
|
Salgı bezleri
|
|
|
|
Hypopharyngeal (larva besleme)
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Çene salgıları bezleri
|
Büyük
|
Çok büyük
|
Küçük
|
Kafa salgıları (dudakla ilgili bezler)
|
Büyük
|
Büyük
|
Yok
|
Balmumu bezleri
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Nasanov (yön bulma ile ilgili)
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Dufour (savunma ile ilgili)
|
Küçük
|
Çok
|
Yok
|
Koshevnikov (koku salgılayan bez)
|
Küçük
|
Var
|
Yok
|
Üreme ve iğne
|
|
|
|
Yumurtalık ve testis
|
Küçülmüş yumurtalık
|
Büyümüş yumurtalık
|
Testis
|
Spermatheca kesesi
|
Gelişmemiş
|
Büyük
|
Yok
|
İğne kancaları
|
Güçlü
|
Çok küçük
|
İğne yok
|
İğne tabakaları
|
Gevşek olarak tutulmuş
|
Sıkı olarak tutulmuş
|
Yok
|
Ağız bölümünün yapısı
|
|
|
|
Çene
|
İnce
|
Sağlam
|
Küçük
|
Çene oluğu
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Hortum
|
Uzun
|
Kısa
|
Kısa
|
Bacak ve kanat özellikleri
|
|
|
|
Polen baskısı ve tarak
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Polen sepeti
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Kanat sensilla
|
Orta
|
En az
|
En çok
|
Kaynak: Mark
L.Winston, The Biology of the Honey Bee, s. 40
s.66
Kraliçe arı hücresinden
çıkar çıkmaz ilk iş olarak kovanda bulunan diğer kraliçeyi yok eder. Resimlerde
kavga eden kraliçeler görülmektedir.
s.68
Çiftleşme uçuşuna çıkan
kraliçe arıyı bekleyen erkek arılar.
s.69
Kraliçe arı temizlenmiş
hücrelere yumurta bırakır.
s.70
yumurtalık
yumurta geçidi
Spermatheca bezi
Yandaki resimde çiftleşmiş
bir kraliçenin üreme sistemi ve iğnesi görülmektedir. Kraliçe arıların üreme
organları, yumurtaları üreten iki yumurtalık ve çiftleşme uçuşu sırasında erkeğin
spermatozoası'nın yerleştiği spermatheca adı verilen vücudunun arka tarafındaki
bir kesecikten oluşur.
zehir bezi
Spermatheca kesesi
zehir kesesi
Dufour bezi
iğne
s.72
Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı
tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (Aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Hadid
Suresi, 1)
s.73
Bu şematik anlatımlarda
kraliçe tarafından üretilen salgıların işçi mesajcı arılar tarafından nasıl alındığı
ve diğer işçi arılara nasıl dağıtıldığı görülmektedir. Arılar, hem birbirleri
ile temas ederek koku iletimi yapmakta hem de bu salgıyı (feromonu) kendi
kokuları haline getirmektedirler.
1-Kraliçe arı ve
kraliçenin salgıladığı maddeyi almak için etrafında bekleyen işçi arılar
kraliçe salgısı
kraliçe salgısı
kraliçe salgısı
4-Kraliçe salgısı bir
süre sonra işçi arıların kendi kokusu haline gelecektir.
2-Kraliçenin kokusu
üstüne sinmiş olan işçi arı
3-İşçi arılar
birbirlerine ağız teması ile kokuyu dağıtırken
s.74
|
O H
|
9-keto-(E)-2-decenoic acid
|
CH3-C(CH2)5 C=CCOOH
|
|
H
|
Solda kraliçe salgısı
formülünün kapalı hali, sağda ise açık hali görülmektedir.
(Thomas A. Sebeok,
Animal Communication, s. 222)
s.75
yavru yetiştirmek
yiyecek aramak
petek inşa etmek
yiyecek depolamak
işçi yumurtalıklarının gelişimini engeller
Yeni kraliçe larvaları oluşturulmasınıengeller
Bu grafiksel anlatımın
üst bölümünde işçi arıların kovan içindeki görevlerinden bir bölümü, alt bölümde
ise kraliçenin kovandaki arılar üzerindeki etkileri görülmektedir.
s.78
50
oğul verme dönemi
kovan nüfusu (x1000)
40
30
Kışın kovandaki nüfus
biraz düşer, ancak bahar öncesi yeni işçiler yetiştirildiği için nüfus tekrar
yükselmeye başlar. Bu artış oğul vermeye kadar sürer.
(James and Carol Gould,
The Honey Bee, s.27)
20
10
0
kış
ilkbahar
yaz
sonbahar
s.79
Peki onlar, Allah'ın dininden başka
bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve
yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur ve O'na
döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)
s.81
Kovandaki tek görevleri
kraliçe arıyı döllemek olan erkek arılar, bu görevlerinin sona ermesiyle
birlikte işçi arılar tarafından kovandan dışarı atılırlar.
s.82
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda
her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman
onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)
s.86
Karl von Frisch, arılar
konusundaki araştırmaları ile Nobel Ödülü almış ünlü bir bilim adamıdır.
s.87
Arılar besin kaynağından
döndüklerinde peteğin üstünde dans ederler. Yanda yiyecek kaynağı yakın olduğunda
arıların yaptıkları dans görülmektedir. Bu dans iki paralel çizgi şeklindedir.
Arı iki yarım daire çizerek başlangıç noktasına geri dönmektedir.
Üstteki resimde arıların
yiyecek kaynağının uzaklığı hakkındaki bilgi vermek için yaptıkları, dalgalı
çizgilerle gösterilen 8 dansı görülmektedir.
s.88
Yukarıdaki resimde pek
çok farklı arı türü tarafından kullanılan, arıların orak şekilli geçiş dansları
görülmektedir.
s.89
besin kaynağı
besin kaynağı
kovan
besin kaynağı
1-Eğer besin kaynağı tam
Güneş yönünde veya tam aksi yönde ise dansın orta kısmı yere dik gelecek şekilde
olur. 2-Dansın düz olarak verilen doğrultusu, yerçekimi doğrultusunun solunda
800'lik bir açı yapıyorsa bu, yiyecek kaynağının Güneş'in 800
solunda olduğunu gösterir. 3-Arı düz yolu yukarı doğru alıyorsa yiyecek kaynağı
tam Güneş yönünde, aşağı doğru alıyorsa kaynak Güneş'in tam aksi yönünde
demektir.
Ortadaki dansçı arıyı
izleyen işçi arılar verilen tarifi uygulayarak yiyecek kaynağını bulurlar.
s.90
Güneş
Hiçbir 8 dansı
birbirinin aynı değildir. Yanda, yiyecek Güneş'in 800 solunda iken
yapılan çok sayıda dansın yönü gösterilmiştir. Arıların dans ederken oluşturdukları
üçgenler saat yönünde yapılan dansların yönünü, dairelerse saatin ters
yönündeki dansların yönünü gösterir.
Yiyecek arayan arılar
kaynağın yerini doğrudan tarif etmek için yiyeceğin merkezine düz bir yoldan
uçmak zorunda değildir. Yandaki deneyde Karl von Frisch, arıların binanın diğer
tarafındaki yiyecek kaynağına binanın etrafından dolaşarak ulaşmalarını sağlamıştır.
Ancak arılar besin kaynağının yerini, kesik çizgilerle gösterilen düz güzergah
üzerinde yaptıkları dans ile tarif etmişler ve diğer arılar da dümdüz yolu izleyerek
besin kaynağına ulaşmışlardır.
kovan
sonradan takip edenlerin kullandıkları yön
düz güzergahı belirten kesik çizgiler
besin kaynağı
besin arayan arıların kullandıkları yön
s.91
Arılar, eğer buldukları
kaynak çok çok zenginse coşkulu bir şekilde dans ederler. Eğer kaynak yakındaysa
soldaki 'yuvarlak dans' adı verilen danslarını yaparak kaynağın yerini tarif
ederler. Daha uzaktaki kaynaklar içinse sağdaki 8 şekilli danslarını yaparlar
ve buna titreşim hareketlerini de eklerler.
s.92
K
yiyecek kaynağı
kovan
Arıların çevreyi tanımak
için yüzey şekillerinden yararlandıklarını kanıtlamak amacıyla yapılan bir
deneyde yiyecek aramaya çıkan arılara önce üst sol köşedeki yiyecek kaynağı tanıtılmıştır.
Daha sonra, arılar gösterilen kaynaktan yiyecek toplamak üzere kovandan ayrılır
ayrılmaz yakalanıp sağ alttaki noktaya getirilmiş ve burada tekrar serbest bırakılmışlardır.
Yiyecek kaynağı doğrudan gözükmüyor olsa bile, arılar doğru yöne doğru, yani
daha önce tanıtılan yiyecek kaynağına doğru gidebilmişlerdir.
arıların bırakıldıkları nokta
s.93
besin
Cüce balarıları olarak
adlandırılan bir balarısı türü kovanlarını her zaman açıkta yaparlar. Besin
kaynağı bulduklarında da, genellikle arılar ile kaplı kovanlarının tepesinde
dans ederler. (yanda) Bu arılar da 8 danslarını doğrudan yiyecek kaynağının
yönünü belirtecek şekilde yaparlar. Eğer arılar herhangi bir şekilde yuvanın
kenarlarında veya arka kısmında dans etmeye zorlanırlarsa, danslarına tekrar
yön vererek kaynağın yönünü gösterirler.
s.95
yiyecek kaynağı
Güneş'in yönü
Arılar besin kaynağının
tarifini dikey düzlemdeki petek üzerinde yaparlar. Oysa kaynak yandaki resimde
görüldüğü gibi yatay düzlemde yer almaktadır. Buna rağmen arılar yapılan tarifi
tam olarak anlar, gereken açı hesaplamasını yaparak kaynağa ulaşırlar. Arıların
bu şaşırtıcı hesap yeteneklerinin kaynağı Allah'ın onlara ilhamıdır.
yiyecek kaynağının yönü
kovan
Güneş'in yönü
yiyecek kaynağının yönü
8 dansını yapan yiyecek arayan arı
8 dansını yapana değmek için toplanan arılar
8 dansının şekli
s.96
güneş ışınları
güneş ışınları
güneş
Bulutlu havalarda arılar
yönlerini bulabilmek için ultraviyole ışık dalgalarını kullanırlar. Bulut
örtüsü çok yoğun olmadığı sürece bu ışık dalgaları bulutların içerisine işleyebilir.
Arılar da Güneş'ten yayılan bu ışık dalgalarının titreşim yönünü takip ederek
Güneş'in o anda olması gereken yerini hesaplayabilirler.
s.97
ARILARIN HAFIZASI
Kovandaki arıların, toplayıcı arıların yaptıkları dansı izledikten sonra
otomatik olarak uçuşa geçmedikleri de tespit edilmiştir. Arılar dansta verilen
bilgileri değerlendirmekte ve harekete geçip geçmemeye karar vermektedirler.
Bu konuyla ilgili olarak
yapılan bir deneyde arı kovanı yakınlarındaki bir gölün ortasına bir kayık bırakılımış
ve içine besin koyulmuş. Bir süre sonra bu besin, arılar tarafından fark edilmiştir.
Arılar hemen gidip kovandaki arkadaşlarına besinin yönünü ve yerini bildiren
danslarını yapmışlar ama uzun süre dans etmelerine rağmen kimse onlara itibar
etmemiş ve kovandan ayrılmamıştır. Daha sonra kayık kıyıya çekilmiş. Yine bazı
arılar besini bulup geri dönerek dansa başlamışlar, bu sefer arılar kovandan
ayrılarak kayığa doğru yönelmişlerdir.
Bilim adamlarının bu
olaydan çıkardıkları sonuç şöyledir: Arılar çevreyi tanımakta ve orada bir göl
olduğunu bilmektedirler. Gölde besin olmayacağı için de arkadaşlarının dansını
dikkate almamışlardır.
James and Carol Gould,
The Animal Mind, s.106
s.98
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk
edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen
vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
s.100
ARILARIN UZAKLIK HESAPLAMALARI
Arıların yiyecek aramaya çıkarken, yanlarına
belli miktarda besin almaları ile ilgili çeşitli deneyler yapılmıştır.
Bunlardan bir tanesinde belli bir uzaklığa konan şekerli su kabını bulan arılar
kovanlarına geri dönmüş (1) ve arkadaşlarına yiyecek kaynağının yerini tarif
etmişlerdir. Bu tarif üzerine yola çıkan ilk arılar kaynaktan besin alarak geri
dönmüşlerdir. Daha sonra deneyi yapan bilim adamları besin kaynağını biraz daha
uzağa koymuşlardır. Bunun üzerine ikinci gelen arılar tarif edilen yerde yiyeceği
bulamadıkları ve yakıtları da bittiği için geri dönememişlerdir. (2) Ancak yapılan
şekerli su ve bal takviyesi ile yola çıkacak gücü bulabilmişlerdir. (3-4) Arıların
yanlarına sadece kaynağa ulaşacak kadar yiyecek almalarının nedeni dönerken
daha fazla polen toplayabilmektir.
Kaynak:
Moody Science Classic, City of the Bees, Moody Video A Ministry of Moody Bible
Institute 820 N. LaSalle Boulevard Chicago, IL 60610-3284
1
2
3
4
s.103
Sağda, bir arı gözünün
kesiti görülmektedir. Uzun çizgiler halinde görülen ommatidia'lar (küçük
gözler) resimde açıkça görülmektedir. Her biri ayrı bir göz gibi görme işlemi
yapabilen bu bölümler bir kutudaki kamışlar gibi biraraya toplanmışlardır. Bu
gözlerin her biri diğerinden biraz daha farklı bir yöne doğru bakar. Alttaki
resimde bu bölümlerden birinin (ommatidium) kesiti görülmektedir.
retinaya ait hücreler
Rhabdomere
perdeleme pigmenti
3 adet basit göz
bileşik göz
bileşik göz
mercek
En solda bir arının baş
kesiti, yanda ise tek bir ommatidia görülmektedir. Bu ommatidiaların her
birinin dış kısımlarında şeffaf ve konveks bir lens vardır. Arıların başlarının
iki yanında bulunan bileşik gözlerinin yanısıra kafalarının üzerinde üç adet
basit göz bulunur (en soldaki çizim).
koni
retinaya ait hücreler
Rhabdomere
beyne giden sinirler
s.104
Arı gözünün bir başka
özelliği de, mor ötesi ışınları algılayabilecek şekilde tasarlanmış olmasıdır.
Böylece çiçek yapraklarından yansıyan ışıklar, uçuş yapan arıya polenlerin
koordinatlarını tam olarak bildirirler.
Gözlerindeki özel yapı
sayesinde yiyecek aramaya çıkan arı, karşısına çıkan çiçekleri havaalanını aydınlatan
pist ışıklarında olduğu gibi kolaylıkla görür. (sağdaki resim)
s.105
Arılar bir kere uğradıkları
ve nektar ya da polen topladıkları çiçekleri koku bırakarak işaretlerler. Bu
sayede kendilerinden sonra buraya gelen arılar boş yere hem enerji hem de vakit
kaybetmemiş olurlar.
s.106
O Allah, O'ndan başka ilah yoktur, büyük
Arş'ın Rabbidir. (Neml Suresi, 26)
s.108
BOMBUS ARILARI
Çiçeklerin döllenmesinde Bombus arılarının
önemi çok büyüktür. Yan sayfada da görüldüğü gibi Bombusların diğer arılara
göre daha tüylü olan vücutlarındaki tüycükler mikroskobik çengellerle kaplıdır.
Bu çengeller, arı çiçeğin etrafında dolaştıkça yapışkan polen tanelerini
toplamasını kolaylaştırır. Bombus daha sonra orta bacakları ile polenleri
sepetçiğine boşaltarak depolar.
David
Attenborough, The Trials of Life, s.58
s.109
Yeryüzünde
hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini
de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü
apaçık bir kitapta (yazılı) dır. (Hud Suresi, 6)
s.110
Arılar ve çiçekler arasında
Allah'ın yarattığı uyumlu bir beraberlik vardır.
s.111
ÇANAK ORKİDELERİ VE ARILAR
Arılar ve çiçekler arasındaki uyumun
örneklerinden biri de Çanak orkideleri ve arılar arasında görülür. Orkidenin
çanak kısmında bulunan kokulu sıvı arıları çiçeğe çekmeye yarar. Kokuya
aldanarak gelen arı, çiçeğin kaygan bölümünden bu sıvının bulunduğu bölüme doğru
düşer. Arının buradan kurtulmak için tek çıkış yolu vardır. Dar bir tünel. Bu
tünelin tavanında ise çiçeğin polenleri bulunur.Arı kurtulmaya çalışırken
polenler de arının sırtına yapışır. Bir süre sonra arı çiçeğin tuzağından
kurtulur. Başka bir orkideye gittiğinde ise sırtına yapışmış olan polenleri bırakır,
bu sayede çiçek döllenmiş olur. Arı da dişi arıları cezbetmek için kullanacağı
kokulu sıvıyı elde etmiştir. Bu iki canlı arasındaki uyum, her iki canlıyı
üstün güç sahibi olan Rabbimiz'in yarattığını kanıtlayan bir delildir.
Natural History, March 1999, s.72-74
çiçeğin
üst duvarı
salgı bezleri
yan çanak yaprağı
damlacık
ara bölüm
polenlerin bulunduğu dar tünel
çanak
s.115
Eski kraliçe arı (arı yığınının
ortasında) ile kovanı terk eden bir oğul. Ağaçta oğul oluşturan koloni gözcü arıların
yeni kovan yerlerini göstermelerine kadar bekler.
s.116
Resimlerde ağaçta yuva
yaparak bekleyen arı öbekleri görülmektedir. Gözcü arıların yeni bir yuva yeri
bulması ile birlikte bu öbek dağılacaktır.
s.117
300
Yandaki resimlerde bir
oğul öbeklenmesindeki sıcaklık düzenlemesi görülmektedir. Daha serin şartlarda,
işçiler daha sıkı öbeklenirler ve sıcaklık kaybı olmaması için iç havalandırmayı
daha az yaparlar. (en sol) Daha sıcak şartlarda ise merkezi serinletmek için
öbeği yaygınlaştırırlar.
50
350
300
250
190
s.118
Yukarıdaki resimde oğul
verme sırasında uçan arılar görülmektedir.
s.119
1.gün,1:35-3:00
2.gün,12:00-5:00
3.gün, 11:00-12:00
4.gün, 9:30-9:45
12:30-1:00
10:45 yağmur
1:00-2:00
15
7
7
2:00-3:00
3:00-4:00
4:00-5:00
5.gün, 7:30-9:00
9:00-9:40
9:40 yeni yuvaya yolculuk
30
61
7
57
26
3500 metre
Gözcü arılar yeni yuva
bulmak için uzaklaşırlar ve buldukları yerleri bildirmek için geri dönerler. En
sonunda hep birlikte bir fikir birliği oluşmaya başlar ve grup ayrılır. Yukarıdaki
çizimler bir karara varana kadar yaklaşık dört gün boyunca gözlemlenen danslardır.
Kuzey yukarı doğrudur. Çizgilerdeki uzunluk o bölgenin uzaklığını, kalınlık da
o bölgeye doğru yapılan dans sayısını belirtir. (James and Carol Gould, The
Honey Bee, s. 66)
s.120
Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda,
ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. (Nahl Suresi,
68)
s.121
Resimlerde fikir
birliğine vararak, ağaç kovuklarına yuva yapmış arılar görülmektedir.
s.122
Buldukları yuva
yerlerini bildirmek için gözcü arılar uzaklık ve yön bildiren danslar
yaparlar.Her ok, yuva yerine yapılan dansları temsil eder. Okun uzunluğu yeni
yuvanın uzaklığını, okun açısı yönünü ve okun kalınlığı da her yuva bölgesine
kaç tane gözcü arının dans yaptığını belirtir. En soldaki şekil belli bir fikir
birliğine varılmadan önce dört bölgeye doğru yapılan dansları gösterir. Yanındaki
şekil ise yeni yuvaya hareket etmeden hemen önce yapılan dansı gösterir.
s.123
Arılar uygun bir yer
bulamadıklarında ağaç üstlerine geçici yuvalar yaparlar. Yandaki resimde bütün
tehlikelere açık olan bu yuvalardan bir tanesinde yapılmış olan petekler
görülmektedir.
s.128
gövde
baş
karın
antenler
kanatlar
iğne
ayak bileği
polen sepeti
bacaklar
gövde bölümü
İğne
polen sepeti
hortum
s.129
nefes alıp
verme delikleri
trake
hava kesesi
Damarlı havalandırma
sistemi, işçinin vücuduna hava girip çıkmasını sağlayan nefes alma
deliklerinden ve havayı hücrelerin içine ve dışına taşıyan ana trake ve hava
keselerinden oluşur
s.130
A-İşçilerin ön ve arka
kanatları, damarlar ve uçuş sırasında arka kanatları ön kanatlara bağlayan
çengelcikler görülüyor. B-Uçuş sırasında kuvvetin büyük bölümünü sağlayan göğüs
kasları. Uzun kasların kasılması ve dikey kasların gevşemesi göğsü dikey olarak
uzatır ve kanatları aşağıya çeker. Uzun kasların gevşemesi ve dikey kasların
kasılması ise tam tersine göğsü dışarı doğru eğer ve kanatları yukarı doğru
çeker. İşte bu yapı arının diğer pek çok böceğe göre daha iyi bir uçucu olmasını
sağlar.
damarlar
A
uzun kaslar
dikey kaslar
çengelcikler
B
s.131
çiçek sapı
kamçı
duyarga
Resimlerde işçi arının
antenindeki gözenek levhalarından birinin büyütülmüş hali görülmektedir.
alıcı hücreler
sinir hücreleri
Antenin üzerinde bulunan
7 duyu organının yapıları:
a-küçük, kalın duvarlı tüy,
b-kalın duvarlı kanca,
c-narin, ince duvarlı kanca,
d-büyük, ince duvarlı kanca,
e-gözenek levhası,
f-çukur organ
g-çukur organ
a
d
e
b
f
c
g
s.134
Petekteki gözlerin bal,
polen ve yumurta ile doldurulmaları belirli bir düzen içinde gerçekleşir. En
üstten orta bölüme kadar bal bulunur. Ara bölümde polenler, en altta da larva
odaları yer alır. Kraliçe hücreleri ise en aşağıda inşa edilir.
s.135
Arı peteklerinde çok
düzenli bir yapı vardır. Bu sayede larvalar ve bal karışmaz.
s.137
Balmumu yukarıdaki aralıklardan
plakalar halinde çıkar.
s.139
Yanda petek örme işlemine
başlayan arılar görülmektedir. Arılar balmumu üretimi için gerekli olan sıcaklığı
elde edebilmek için öncelikle birbirlerine kenetlenerek ısıyı artırırlar. Daha
sonra ürettikleri balmumu plakalarını ağızlarında şekillendirerek her biri
diğerinin aynı, kusursuz altıgenlerden oluşan petekleri örerler.
s.140
Balmumu üretimi oldukça
zor ve zahmetli bir işlemdir. Arılar balmumunu, salgı bezlerinden her seferinde
yaklaşık olarak bir toplu iğnenin başı büyüklüğünde parçalar halinde çıkartırlar.
Resimlerde petek ören arılar görülmektedir.
s.142
Petek üzerinde hiçbir
birleştirme yeri görülmez. Sanki tek elden çıkmışçasına petekler tek bir parça
halindedirler. Bu son derece şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü aslında çok sayıda
arı değişik yerlerden başlayarak ayrı ayrı hücreler halinde peteği örerler.
s.143
Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve
deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de
Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür,
hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 27)
s.144
Yanda balmumu üreterek
petek hücresi inşa eden işçi arı görülmektedir. Alttaki resimde ise tamamlanmak
üzere olan bir petek kesiti ve üzerinde çalışan arılar görülmektedir.
s.146
PETEKLERDEKİ MÜKEMMEL ORAN
Yukarıdaki resimde arılar tarafından yapılan
düzgün altıgenlerden oluşan petekler görülmektedir. Bu sayfalarda yer alan diğer
resimler ise bilgisayarda çizilmiş üç boyutlu peteklere aittir. Çizim petek
görüntülerini elde edebilmek için konusunda uzman olan bir kişi çeşitli açı
hesaplamaları yaparak, bilgisayarda çizim yapabileceği programlardan
faydalanarak çalışmıştır. Oysa arılar aynı kusursuzluktaki petekleri üretirken
herhangi bir yardımcı alet kullanmazlar. Gerçek petek resmi ile çizim petek
resimlerini karşılaştırdığımızda arıların başardıkları işin önemi açıkça ortaya
çıkmaktadır. Arılar milyonlarca yıldır aynı mükemmelliğe sahip olan petekleri
nasıl yapmaktadırlar? Arıların açı hesaplaması yapma gibi bir yetenekleri
yoktur. Geometrik şekillerden ise haberdar bile değildirler. Arılara petek
üretebilecekleri bilgiyi ve yetenekleri ilham eden tüm evreni yaratmış olan
Allah'tır.
s.147
Üstteki üç boyutlu
çizimler, arı petekleri taklit edilerek yapılmıştır. Görüldüğü gibi, arı
peteklerine hangi açıdan bakılırsa bakılsın mükemmel ve muntazam bir yapı ile
karşılaşılaşılmaktadır.
Şüphesiz, göklerin ve yerin
yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler
ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden
sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde
düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
s.148
Alttaki çizim peteklerin
sırt sırta olan yapısını ve peteklerdeki açıları gösteriyor. Petek üreten arıların
her biri bu açıları hesaplayarak hücre yapar.
s.149
... Göklerin, yerin ve bunlar
arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye
güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)
s.152
Bir insanın kalemle
düzgün altıgenler çizmesi ve bunları iz olmadan birleştirmesi imkansızdır. Oysa
arılar bunu milyonlarca yıldır yapmaktadırlar.
s.153
Bir petek hücresine
üstten bakıldığında, tabanın 3 adet eşkenar dörtgenin birleştirilmesiyle yapıldığı
görülür.
s.154
Tabanları eşkenar
dörtgenlerden oluşan petek hücrelerinden 3 tanesi bir araya geldiğinde, peteğin
diğer yüzündeki bir hücrenin tabanı da ortaya çıkmış olur. Böylece iki yüzdeki
petekler adeta birbirlerine kenetlenir ve tek parça sağlam bir yapı oluştururlar.
Arıların, tabanlarda inşa ettikleri bu eşkenar dörtgenlerin açıları tam anlamıyla
kusursuzdur.
s.155
CHARLES DARWIN BALARISI HAKKINDA NE
SÖYLEYEBİLİR Kİ?
Darwin, bu küçük canlılar karşısında şaşkınlığa
düşerek şöyle demişti, "Balarısına dair ne söyleyebiliriz ki?"
Arıların
peteklerini mükemmel altıgen şekillerde yapmalarına, serçelerin yuvalarını
samandan inşa etmelerine (solda), kunduzların baraj yapmalarına (sağda) veya
tavşanların toprağı kazıp yuva yapmalarına neden olan içgüdülerin
tümü değişik hayvan çeşitlerinin Allah tarafından yaratılmış olduklarının birer
ispatıdır. Bu tür davranışların her biri, tüm evreni bir plan doğrultusunda
var eden ve canlılara kusursuz yetenekler veren Allah'ın varlığının
delilleridir.
(G. Mansfield, Creation or Change!
God's purpose with mankind proved by the wonder of the universe, Logos
Publications
s.156
Altıgen ve diğer
geometrik şekillerde yapılan petekler karşılaştırılacak olunursa, birim hacimde
alan kullanımında altıgen peteklerin avantajı daha net görülecektir. En az
malzeme ile en fazla depolama altıgen şekil ile yapılmaktadır.
s.157
Hamd, göklerde ve yerde olanların tümü
Kendisi'ne ait olan Allah'ındır; ahirette de hamd O'nundur. O, hüküm ve hikmet
sahibidir, haber alandır. (Sebe Suresi, 1)
s.162
ARILAR KIŞIN NASIL BESLENİR?
Bilindiği gibi arılar balı kış için besin
olarak depolamaktadır. Balın ne kadar üretileceği ise tamamen çevredeki çiçek
kaynaklarına bağlıdır. Arılar kolonilerine yetecek kadar balı çiçekler solmadan
bir ay önce toplamış olsalar da bir kenara çekilip nektar toplamayı bırakmaz,
peteği genişletme yoluna giderek daha fazla bal depolamaya çalışırlar.
Arıcılar ise bal ile dolu olan peteklerin
yalnız bir kısmını kovandan alır çünkü arılar balın bir kısmını kışın besin olarak
kullanmaktadırlar. Eğer balın büyük bir kısmını alırlarsa, kışın arıları şekerli
su ile beslerler. Sadece kışın çok sert geçtiği günlerde bir istisna olur ve şekerli
su yetmez. Bu durumda arılara bal verilmesi gerekir.
s.163
...
Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir
şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet
vardır. (Nahl Suresi, 69)
s.165
Enerji
|
304.0 Kcal
|
Su
|
17.1 g
|
Karbonhidratlar (toplam)
|
82.4 g
|
Fruktoz
|
38.5 g
|
Glukoz
|
31.0 g
|
Mailose
|
7.20 g
|
Sakaroz 1.
|
1.50 g
|
Proteinler, amino asitler vitaminler ve
minaraller (toplam)
|
0.50 g
|
Thlamin
|
<0.006mg
|
Ribollavin
|
< 0.06mg
|
Nikotinik asit
|
< 0.36mg
|
Pantothenic asit
|
< 0.11mg
|
Pyridoxine (B6)
|
< 0.32mg
|
Askorbik asit (C)
|
<2.2-2.4mg
|
Kalsiyum
|
<4.4-9.20mg
|
Bakır
|
<0.003-0.10mg
|
Demir
|
<0.06-1.5 mg
|
Magnezyum
|
< 1.2-3.50 mg
|
Manganez
|
< 0.02-0.4 mg
|
Fosfor
|
< 1.9-6.30 mg
|
Potasyum
|
< 13.2-16.8
mg
|
Sodyum
|
< 0.0-7.60 mg
|
Çinko
|
< 0.03-0.4 mg
|
Asit (öncelikli olarak gluconic asid)
|
0.57 %
(0.17-1.17 %)
|
Protein
|
% 0.266
|
Azot
|
% 0.043
|
Amino asitler
|
% 0.05-0.1
|
Kaynak:
www.honey-well.com/composit.html
s.170
Göklerin, yerin ve her ikisi
arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol.
Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? (Meryem Suresi, 65)
s.175
Louis Pasteur
s.177
En son evrimci
kaynakların da kabul ettiği gibi, hayatın kökeni, hala evrim teorisi için son
derece büyük bir açmazdır.
s.178
Evrim teorisini geçersiz
kılan gerçeklerden bir tanesi, canlılığın inanılmaz derecedeki kompleks
yapısıdır. Canlı hücrelerinin çekirdeğinde yer alan DNA molekülü, bunun bir
örneğidir. DNA, dört ayrı molekülün farklı diziliminden oluşan bir tür bilgi
bankasıdır. Bu bilgi bankasında canlıyla ilgili bütün fiziksel özelliklerin
şifreleri yer alır. İnsan DNA'sı kağıda döküldüğünde, ortaya yaklaşık 900
ciltlik bir ansiklopedi çıkacağı hesaplanmaktadır. Elbette böylesine olağanüstü
bir bilgi, tesadüf kavramını kesin biçimde geçersiz kılmaktadır.
s.181
Evrimciler yüzyılın
başından beri sinekleri mutasyona uğratarak, faydalı mutasyon örneği
oluşturmaya çalıştılar. Ancak on yıllarca süren bu çabaların sonucunda elde
edilen tek sonuç, sakat, hastalıklı ve kusurlu sinekler oldu. En solda, normal
bir meyve sineğinin kafası ve sağda mutasyona uğramış diğer bir meyve sineği.
bacak
anten
gözler
ağız
s.183
Kretase dönemine ait bu
timsah fosili 65 milyon yıllıktır. Günümüzde yaşayan timsahlardan hiçbir farkı
yoktur.
İtalya'da çıkarılmış bu
Mene balığı fosili 54 - 37 milyon yıllıktır.
Bu 50 milyon yıllık
çınar yaprağı fosili ABD çıkarılmıştır. 50 milyon yıldır çınar yaprakları hiç
değişmemiş, evrim geçirmemiştir.
s.185
Evrimciler, fosiller
üzerinde yaptıkları yorumları genelde ideolojik beklentileri doğrultusunda
yaparlar. Bu nedenle vardıkları sonuçlar çoğunlukla güvenilir değildir.
s.186
SAHTE
İnsanın evrimi masalını
destekleyen hiçbir fosil kalıntısı yoktur. Aksine, fosil kayıtları insanlar ile
maymunlar arasında aşılamaz bir sınır olduğunu göstermektedir. Bu gerçek
karşısında evrimciler, gerçek dışı birtakım çizim ve maketlere umut
bağlamışlardır. Fosil kalıntılarının üzerine diledikleri maskeleri geçirir ve
hayali yarı maymun yarı insan yüzler oluştururlar.
s.189
Evrimcilerin istedikleri
tüm şartlar sağlansa bir canlı oluşabilir mi? Elbette ki hayır. Bunu daha iyi
anlamak için şöyle bir deney yapalım. Üsttekine benzer bir varile canlıların
oluşumu için gerekli olan bütün atomları, enzimleri, hormonları, proteinleri
kısacası evrimcilerin istedikleri, gerekli gördükleri tüm elementleri koyalım.Olabilecek
her türlü kimyasal ve fiziksel yöntemi kullanarak bu elementleri karıştıralım
ve istedikleri kadar bekleyelim. Ne yapılırsa yapılsın, ne kadar beklenirse
beklensin bu varilden canlı tek bir varlık bile çıkaramayacaklardır.
s.193
Bir cisimden gelen
uyarılar elektrik sinyaline dönüşerek beyinde bir etki oluştururlar. Görüyorum
derken, aslında zihnimizdeki elektrik sinyallerinin etkisini seyrederiz. Beyin
ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere
kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı,
belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri
karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyredersiniz.
s.196
Geçmiş zamanlarda
timsaha tapan insanların inanışları ne derece garip ve akıl almazsa günümüzde
Darwinistlerin inanışları da aynı derecede akıl almazdır. Darwinistler
tesadüfleri ve cansız şuursuz atomları cahilce adeta yaratıcı güç olarak kabul
ederler hatta bu batıl inanca bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.
ARKA KAPAK
Arıların
olağanüstü özelliklerini incelediğimizde, bu canlıların insanların bile
başaramayacakları işleri kolaylıkla yaptığını görürüz. Olağanüstü hassas
hesaplar yapar, plan örnekleri sergilerler. Bunun sırrı ise, bu canlılara verilmiş
olan ilahi emirdir:
Kuran'da
balarısının Allah'tan gelen özel bir ilhamla hareket ettiği haber
verilmektedir.
YAZAR HAKKINDA
Harun Yahya müstear
ismini kullanan Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. 1980'li yıllardan bu
yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanı
sıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve
Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok
önemli eserleri bulunmaktadır.
Yazarın tüm çalışmalarındaki
ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları
Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye
sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın uygulamalarını
gözler önüne sermektir. Nitekim yazarın, bugüne kadar 73 ayrı dile çevrilen
300’den fazla eseri, dünya çapında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip
edilmektedir.
Harun Yahya Külliyatı,
-Allah'ın izniyle- 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa,
doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.